Selahattin Pınar (1902-1960)

Selahattin Pınar (1902-1960)

Selahattin Pınar, 22 Ocak 1902 tarihinde Üsküdar, Altunizade de doğdu. Babası Sadık Bey aslen Denizli ilinin Çal kasabasındandır. Eski hukukçulardan olan Sadık Bey kadılık yapmış, Denizli milletvekili olmuş, İstanbul Yüksek Ticaret ve İktisat Mektebi’nde Medeni Hukuk Müderrisliği yapmıştı. Annesi İsmet Hanım Ud çalardı.  Babası da Musikiyi severdi. Türk Musikisi’ni daha çocukluğunda, aile çevresinde tanımıştı.

 

Yaşamı:

 

Babasının görevi nedeniyle sırasıyla önce Saros adasına, sonra Edirne'ye tayin oldular. Ortaokulu burada okuduktan sonra 1918 yılında İstanbul'a geldiler. İtalyan Ticaret Okulu'nda okudu ise de yarıda bıraktı.

 Çok temiz giyinen, zarif, efendi, güzel ve esprili konuşan Pınar, Bestekârımız şarkılarındaki temasıyla da kibar ve tam bir İstanbul Beyefendisi imajını vermiştir. Şıklığına oldukça önem veren Pınar, bir gün kravatını eleştiren arkadaşına:

 

“Sesimi, sazımı ve hatta bestelerimi bile eleştirebilirsiniz fakat kravatımı asla!” diye cevap verirdi. Bestekârın 800 'e yakın kravatı olduğu söylenir.

 

Selahattin Pınar’ın hayatı hiç mutlu olmadığı bir aşk ve mutlu olduğu evlilikle geçti. Ömrünün son günlerinde kendini fazla içkiye verdi. İçki sağlığını tehdit ediyordu ve doktorlar içki içmesini yasaklamıştı.

 

6 Şubat 1960'da müdavimi olduğu Todori’nin meyhanesine gitti, doktorların yasak ettiği ne varsa hepsini ısmarlayıp sofrayı donattı. Rakısını yudumlarken, son nefesini verirken:

 

"Her yıl ölüm yıldönümümde mezarıma bir şişe rakı dökün" diye vasiyet etti.

 

Son yolculuğuna mezarlıkta kendi bestesi çalınarak uğurlandı. Şarkıyı Evcara makamında bestelenişti ve sözleri Mustafa Nafiz Irmak’a aitti.

 

Söndü yâdımda akisler gibi aşkın seheri

Duruyor gözlerinin kalbimin üstünde yeri

Bikesim, kupkuru yollarda ümitsiz yaşadım

Bülbülün duymadı hiç zarını gül bahçeleri

Geride bıraktığı anılarla dolu eserler, tamburu, hovarda gönlü ile unutulamayan aşklarıyla 7 Şubat 1960 tarihinde kalabalık bir toplulukla Şişli Camii'nde kılınan namazdan sonra Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.

 

Ben Çalgıcı Değil Sanatkârım:

 

Babası Sadık Bey, oğlunun hukukçu olmasını istiyordu. Bir gün Denizli'den gelen eşraf için kurulmuş bir sofrada Sadık Bey'e oğlunu sordular; Selahattin Pınar’da sofradaydı. Sadık Bey, o yokmuş gibi;

 

“Selahattin çalgıcı oldu" dedi. Selahattin Pınar ayağa fırladı;

 “Babacığım, rica ederim, ben çalgıcı değil, sanatkârım” diye itiraz etti.

 

Sadık Bey, pek sevimsiz bir kelime ile yanıtladı bu çıkışı. Bunun üzerine Selahattin Pınar, ceketini alıp sofrayı terk etti. Kapıdan çıkarken döndü ve şöyle dedi;

 

“Babacığım, bir gün gelecek, benim adımla anılacaksınız”

 

Haykırmasına, Sadık Bey, yanı başında bulunan gaz lambasını oğluna doğru fırlattı. Çıkan yangını güç bela söndürüldüler. Evi terk etmişti.

 

Yeni evi; daha sonra Üsküdar Musiki Cemiyeti adını alacak olan "Darü’l-Feyz-i Musiki" idi. Artık anne-babası Musikiydi. Musiki üstatlarından dersler aldı. Bestekâr oldu. Ünlü sanatçıların kadrolarında yer almaya başladı.

 

Sanatı:

 

Babasının karşı çıkmasına rağmen 12 yaşında Ud çalmayı öğrenerek Musikiye başladı. 1919 yılında da 17 yaşında tambur çalmayı öğrenmişti. Kendine özgü bir üslûp ve boğuk sesi ile okurdu. Bestekârlığa on sekiz yaşlarında başladı. İlk eseri sözleri adliyeci Senihi’nin olan Kürdîlihicazkâr makamında bestelediği "Mülkün ne yaman şule-i ikbali karardı" güfteli şarkısıdır.

 

Bestelerinde Hacı Arif Bey ekolünü benimsediği görülür. Eserlerine söz seçmekte çok titiz bir sanatkârdı. Şarkılarının çoğunun sözlerini Mustafa Nafiz Irmak yazmıştır. 20. yüzyıl içinde yetişmiş bestekârlar arasında özel bir yeri olan Pınar, şarkı formunun geleneklerine bağlı olmakla beraber kendine özgü yeni bir yol izlemiş, yeni bir duyuş ve anlayışın etkisi altında güzel eserler bestelemiştir.

 

 

Atatürk ile tanışma:

 

Atatürk fasıl muhabbetlerinde Nubar Tekyay’a soruyor:

 

“Kendi eserleriniz de var mı ?”  Nubar Bey kendi eserinden okumuş. Gazi bunu da çok beğenmiş. Bir şarkısını daha istemiş. Bunun üzerine Nubar Tekyay:

 

“Efendim, benim başka şarkım yok ama bir arkadaşımın yeni güzel bir şarkısı var. Müsaade buyurursanız onu okuyayım” demiş ve Selahattin Pınar’ın Hicaz şarkısını okumuş.

 

Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek

Hasta gönlüm yine hicranını yalnız çekecek

Bil ki ruhum seni çılgınca severken ölecek

Yine sensin beni bir lâhza şifâyâb edecek

 

Nubar Tekyay, iyi Keman çalma ve bestekârlık yeteneğinin yanı sıra şarkıları çok iyi yorumlama yeteneğine sahipti. Bu şarkı Atatürk ’ün de çok hoşuna gitmiş. Nubar Bey’e:

“Kimin bu? Bu eserin sahibini öğrenmek isterim demiş.”  Tekyay:

“Arkadaşlardan Tamburi Selahattin” deyince,  Atatürk: 

“Bu kabiliyetli çocuğu tanısam iyi olur” demiş.

Ertesi akşam Kılıç Ali Bey telefonla Üstat’ı davet etmiş. Otomobil gönderilmiş ve Üstat Dolmabahçe Sarayı’na intikal etmiş. Atatürk’ün huzuruna ilk çıkışı olduğundan Pınar, çok heyecanlanmış. Fasıl heyetinde yerini alan Pınar’a Atatürk:

“Sizi yalnız dinleyelim. Dün gece Nubar Bey güzel bir eserinizi okudu. Bir de sizin ağzınızdan dinleyelim” deyince Pınar:

“Emredersiniz” diye okumağa hazırlandı ve akort yaptıktan sonra kendi eserini yorumlamaya başladı.

Selahattin Pınar’ın sesi o kadar güzel değildi fakat sağlam bir yorum yeteneğine sahipti. Atatürk, pür dikkat dinledi. Şarkının bitiminde çok beğendiğini ifade ederek: “Bir daha okuyun” dedi. Üstat tekrar okudu.

Atatürk takdir etti, yalnız sazını beğenmemiş olacak ki:

 “Bu madeni sazı değiştirin. Bunda bizim ananevi tamburumuzun hassasiyeti yok” diye buyurdu. Üstat o günden madeni saza veda etti ve bir daha kullanmadı.

 

Florya Deniz Köşkü:

 

Florya Deniz Köşkü yeni yapılmıştı. Bir akşam üstadı oraya davet ettiler. Hafız Yaşar da orada idi. Atatürk:

“Bir fasıl yapın” dedi. Hüzzam faslı yapıldı. O aralık üstadın yeni bestelediği şu Hüzzam şarkı da vardı:

Aşkınla sürünsem, yine aşkınla dirilsem

Bilmem ki ne yapsam da senin kalbine girsem

Bir gölge gibi ruhunun altında belirsem

Bilmem ki ne yapsam da senin kalbine girsem

Bu eseri Atatürk bilmiyordu. O gece saz heyetiyle hep beraber çaldı ve söyledi. İlk defa dinledikleri bu şarkı dikkatini çekti. Atatürk birden:

“Durun” dedi ve Selahattin Pınar’ı göstererek:

“Bu şarkı sizin mi?” diye sordu. Üstat;

“Evet, efendim” dedi. Atatürk: 

“Ben anladım zaten. Siz bunu yalnız okuyun" diye buyurdu.

O kalabalık saz ve hanende içinde daha ilk duyuşta, bu eserin sahibinin Selahattin Pınar olduğunu sezinlemesi herkesi hayrette bıraktı.

 

Atatürk’ü Ağlatan Şarkı: 

Yıl 1934. Çankaya Köşkü’nde bir akşam. Atatürk'ün sofrasının müdavimi konuklar. Masanın önündeki saz heyeti Atatürk'ün sevdiği şarkıları söylüyorlar.

Sabiha Gökçen, o sıralar 20 yaşlarında ve her zamanki gibi, Paşa Baba’sının yanı başında. Atatürk'ün yakın arkadaşı Kılıç Ali ve Salih Bozok’da var. Memleket meseleleri tartışılıyor. Atatürk çok neşeliydi. O sırada, saz heyeti Selahattin Pınar’ın "Gel Gitme Kadın" şarkısını icra etmeye başladı. Paşa durgunlaşır ve susup şarkıyı dinler.


Paşanın ani hüznünü fark eden masadaki konuklar, kadehlerini, çatallarını usulca bırakıp, susar. Atatürk başını tabağa eğer, gözlerinden yaşlar süzülür. Konukları yanında ilk ve son ağlayışıdır. Salih Bozok, saz heyetine "kesin" anlamında işaret verir. Kılıç Ali de, konuklara da ayni işareti yapar. Gökçen, gözleri dolu dolu, Atatürk'ün ağlayışını izlemektedir. Az sonra, saz susar ve çekilir, masadakiler sessizce kalkıp giderler.

Atatürk tek başına kalır. Bir sigara yakıp bahçeye çıkar, saatlerce yürür. O gece, gözünü bile kırpmayan Gökçen, Atatürk'ün niçin ağladığını ve “Gel Gitme Kadın” şarkısının onu, neden bu kadar duygulandırdığını çok merak eder.

 “Yoksa bu büyük insan, kalp hazinesinde, çok geride kalmış, yılların küllendiremediği bir aşk masalı mı saklamaktadır” diye düşünür.

Gökçen ertesi sabah Atatürk'ün odasına gider ve çekinerek konuyu açar:

“Paşam, dün gece ‘Gel Gitme Kadın’ şarkısı çalınırken çok müteessir oldunuz. Hatta yanılmıyorsam, ağladınız da” diyecek olur.

Atatürk, ondan bir sigara ister ve susar. Sonra Gökçen'i ve yaverlerini alarak, araba gezintisine çıkar. Saatler sonra ve ansızın, Gökçen'e dönerek, sabahki sorusunun cevabını ve sırrını kendine saklayarak manevi kızına verir:

 “Unutma ki, Mustafa Kemaller de insandır! Onlar da bazen ağlamak ister!”

 

Şarkının ikinci anısı üstat Selahattin Pınar’dan alıntıdır:

 “Son derece hassastı. Meselâ, bir gece yine ‘Gel gitme kadın’ şarkısını okurken, ‘Karşında esirim bana düşman gibi bakma’ yerine gelince, ağlayarak masayı terk edip uzaklaştığını görmüştüm.”

Gel gitme kadın ruhumu hicranına yakma

İnlet beni öldür beni ağyare bırakma

Karşında esirim bana düşman gibi bakma

İnlet beni öldür beni ağyare bırakma

Afife Jale Aşkı: 

Üstadın mutlu olmadığı aşkı Afife Jale idi. Afife orta halli bir ailenin kızı olarak 1902 yılında İstanbul'un Kadıköy semtinde dünyaya geldi. 1919 yılının 13 Nisan gecesi Hüseyin Suat'ın "Yamalar" adlı oyununda, Emel rolü, Eliza Binemeciyan'ın Paris'e gitmesiyle ortada kaldı. Darülbedayi yöneticileri ister istemez rolü Afife'ye oynatma kararı verdiler.

Böylelikle Afife, 22 Nisan 1919 gecesi, Kadıköy'deki Apollon Sineması'nda Emel rolünü oynayarak sahneye çıkan İlk Müslüman Türk tiyatrocu kadını oldu.

O gece tiyatroya gelen zaptiyeler, yöneticilere bir uyarıda bulundularsa da genç sanatçı bir hafta sonra da "Tatlı Sır" oyununda yeniden sahneye çıktı.

Sanatçı polis tarafından tutuklanmak istenince, arka bahçeye kaçırılarak polislerin elinden zor kurtuldu. Üçüncü piyesi olan "Odalık" oynanırken polis tiyatroyu bastı. Afife bu kez de makine dairesinden kaçırıldı.

1921yılında dâhiliye nezaretinin bir buyruğu ile belediye 27 Şubat günü 204 sayılı bildiriyi Darülbedayi Yönetim Kurulu'na gönderdi. Bildiride Müslüman kadınların kesinlikle sahneye çıkamayacakları yazılmıştı. Afife Jale işsiz, sahnesiz ve kimsesiz kalmıştı. Acısını yatıştırıcı haplarla dindirmeye çalışıyordu.

Bu sıralarda İstanbul Kuşdili Çayırında, Hafız Burhan konserinde Selahattin Pınar, üstadın arkasında tambur çalıyordu. Afife Jale ise Darulbedai'de sahneye çıkarak "Tiyatrodaki ilk Müslüman kadın oyuncu" olarak tarihe geçmiş, ancak tiyatro zaptiye tarafından basılınca kapı önüne konulmuştu.

 

Bu sırada yanına Selahattin Pınar gelir. İkisi de 25 yaşındaydı. Tanıştılar ve mutlu yuvaları olmuştu. Beraber yaşadılar fakat evlenmediler. Pınar çaldı; Afife dinledi. Ancak güzel günler uzun sürmedi. Afife, tiyatrosuz yaşayamıyordu ve tiyatronun boşluğunu uyuşturucu ile doldurmaya başlamıştı. Suriyeli bir eczacı onu morfine alıştırmıştı. Pınar, bir gün eşinin öğle uykusu için çekildiği odasının anahtar deliğinden içeri baktığında, damarına morfin şırınga ettiğini gördü ve çöktü. Afife, morfin için eczacıyla ilişkiye girmişti.

 

Pınar, Afife Jale’ye öfkeden çok, merhamet duyuyordu. Onu hayata döndürebilmek için çırpınmaya başladı. Sürekli melankolik besteler yapar olmuştu. Sözlerini Yusuf Ziya Ortaç’ın yazdığı Kürdîlihicazkâr beste sanki bu aşkın ifadesiydi.

 

Nereden sevdim o zalim kadını

Bana zehretti hayatın tadını

Sormayın söylemem asla adını

Bana zehretti hayatın tadını

Afife, "Terk et beni" diye yalvardı Pınar’a “Yoksa sen de mahvolacaksın, bırak beni gideyim”  dedi.

6 ay sonra Afife Jale evi terk etti.  Afife Jale, kimsesizliğinin, terk edilmişliğinin, yoksulluğunun son durağı Balıklı Rum Hastanesi'nde vefat etti. Cenazesine 4 kişi katıldı. Mezar yeri de mektupları ve fotoğraflarıyla birlikte kaybolup gitti.

 

Selahattin Pınar, Afife'nin ölümünün ardından kendini paraladı.  Nice, hicran dolu besteye imza attı. Aslında Afife Jale ile mutlu olmamıştı. Ona duyduğu merhamet duygusu ve yapayalnız kalmasından ve hazin sonundan duyduğu duygusallığı kendisini çok üzüyordu. Sert ve otoriter görünümü yanında yufka gibi yüreği vardı. Afife Jale’nin ölümü üzerine Baki Süha Edipoğlu’nun “Hatıralar” şiirini Hisar Buselik makamında Afife Jale’nin ölümü üzerine besteledi.

 

Son katıldığı radyo programında “Hatıralar” şarkısını seslendirdi.


Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar

Dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar

Yeriniz ne, yurdunuz ne, benden böyle korkunuz ne


Duyuyorum sesinizi bazen derin bir uykudan

Dinliyorum uzakları kalkıp derin bir uykudan


Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar

Bu ömür tükenecek yolunuza hatıralar

 Seyyare Atıfet Hanım: 

Üstadın resmi eşi sadece Seyyare Atıfet Hanım oldu. Atıfet Hanım İstanbul’un seçkin ailelerinden birinin kızıydı. Taksim’de bulunan Panorama Gazinosu’nda, matineye gitti. O gün Selahattin Pınar tambur ile Münir Nurettin Selçuk’a eşlik etmektedir. Atıfet Hanım’la göz göze gelirler. Bu yerdeki evliliğin ilk kıvılcımı oldu. Üstat konserden sonra Atıfet Hanım’ın yanına gitti.

Yeni Şafak Gazetesi’nin 1 Temmuz 2001 tarihli makalesinde, ölen eşi Seyyare Atıfet Pınar, ölümünden birkaç gün önce görüştüğü Anadolu Ajansı muhabirine bu tanışmayı şöyle anlatır: 

“İlk kez orada bakıştık. Program bitince bana, ‘Münir Nurettin Selçuk’la Yeşilköy’e plak yapmaya gidiyorum. Sizi de götürmek istiyorum’ dedi. Ben de gittim. Sonra bana evlenme teklif etti. O sırada Afife Jale ile birlikte idi. En güzel şarkılarını da onun için yazmıştı. Ama mutlu değildi.”

 

Arkadaşlıkları ilerledi. Fakat Üstat 37 yaşında Atıfet Hanım ise; 19 yaşındaydı. Kızın ailesi bu evliliği istemiyordu.

Üstat, kendi yöntemine başvurdu ve Burhan Bey’in  “Aylar geçiyor sen bana hâlâ geleceksin” güfteli eserini Rast makamında besteledi ve Atıfet Hanım’a gönderdi.

 

Aylar geçiyor sen bana hâlâ geleceksin

Yetmez mi bu hasret, daha yıllarca mı sürsün

Hülyalarımda memba taze bir çiçeksin

Bekletme yazık, sen de solar, bir gün sen de sürünürsün

Bu şarkıyı dinleyen Atıfet Hanım ailesini dinlemedi, Selahattin Pınar’a kaçtı ve evlendiler. Atıfet Hanım’la Selahattin Pınar ölene kadar beraber yaşadı. 22 yıllık evlilik hayatında birçok şarkıya konu oldular.

 

Ayrılık Yarı Ölmekmiş:

 Üstat’ın Atıfet Hanım için yaptığı bestenin öyküsünü şöyle: Üstat ile Atıfet Hanım mutlu hayat yaşıyorlardı. Üstadın asabi bir yapısı vardı. Atıfet Hanım evde hep Üstadın dediğinin olmasından şikâyetçiydi. Zira her evlilikte olduğu münakaşa ediyorlardı. Üstat o kadar sinirlenmiş olacak ki, bir defasında: 

“Bu evliliği icat edenin de...” diyerek, sinirlendi, söylendi, bağırıp, çağırdı. Atıfet Hanım’ın gururu rencide olmuştu. İçine sindiremedi ve evi terk etti.

Sinirlenip çabuk parlayan Üstat, eşini kırdığının farkındaydı. Ne yapıp gönlünü almayı istiyordu. Kendi yöntemine başvurdu. Vecdi Bingöl’ün güftesini görünce hemen işe soyundu ve besteyi yaptı. Sıra eşini ikna etmeye gelmişti. Ertesi gün eşinin kapısına dayandı. Fakat eşini ikna etmesinin kolay olmayacağı belliydi. Atıfet Hanım, kapıyı açınca karşısında üstadı gördü. Her zamanki gibi şık ve kibar şekilde bekliyordu.

Fakat Atıfet Hanım ödün vermedi:

“Eve dönmeyeceğimi senden boşanacağım, Mahkemeye başvur. Bu iş bitti” diye tersledi.”  Fakat Üstat sakindi. İkna edeceğine inanıyordu:

“Hâkim bizi boşamaz” cevabını verdi.

Atıfet Hanım, daha çok kızmaya başladı ve sert bir edayla: 

“Neden boşamazmış” deyince. Üstat, eşine:

“Ayrılık yarı ölmekmiş, O bir alevden gömlekmiş” şarkısını okudu.

O gece Nişaburek makamında şarkıyı bestelemişti.  Atıfet Hanım, şarkıyı dinleyince yelkenleri suya indirip, o gün eve döndü. Ondan sonrada bir daha birbirlerini kırmadılar.

Selahattin Pınar’ın ölümünden sonra Atıfet Hanım Antalya’nın Demre ilçesine yerleşti ve 28 06 2001 yılında hayata gözlerini yumdu.

Gecenin matemini:

 Üstadın babası Sadık Bey, radikal bir kişiliğe sahipti. Üstadın Afife Jale ile olan ilişkisini istemiyordu. Bu ilişki yüzünden devamlı tartışıyorlardı. Üstada devamlı olarak bu ilişki bitirmesi yönünde ısrarcı tavır sergiliyordu. Bir gün tartışma sınırına aşıyor birbirlerini kıracak dereceye geliyor. Üstat, babasına bir saygısızlık yapmasın ve ağzından kötü bir söz çıkmasın diye kalkıp meyhaneye gidiyor. 

Meyhanede geç vakte içki içen Selahattin Pınar, eve döndüğünde çok hazin manzara ile karşılaşıyor. Babasının cansız bedeni karşısında duruyordu. Suçluluk hissiyle babasına sarılıyor ama çok geçtir. Daha sonra yakın arkadaşı şair Mustafa Nafiz Irmak’ın yanına gidiyor:

“Ben ne yapayım artık, nasıl yapayım, kendimi nasıl affettireyim, nasıl bir şey yapayım? Bana bir şiir yaz, bir güfte yaz. Hiç olmazsa babamın anısına bir şarkı besteliyim” diyor. 

Mustafa nafiz Irmak, Üstadın duygularını dile getiren bu hazinli güfteyi yapıyor. Üstat bu güfteyi Hüzzam makamında besteliyor.

Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım

Gittin artık seni ben nerede bulup yalvarayım

Şimdi ben tıpkı şifasız kanayan bir yarayım

Gittin artık seni ben nerde bulup yalvarayım

 Söylemek istesem gönüldekini:

 

Üstat, Anadolu’da dolaşırken bir kadınla tanışır. Birbirlerine âşık olurlar. Ama Pınar İstanbul'da, genç kadın da Anadolu'da yaşamaktadır. Üstat bu ilişkinin İstanbul’da devam edeceğini düşünmüş fakat uzun süre beklemesi boşuna olmuş sevdiği kadın gelmemiş.

 Vecdi Bingöl’ün sözlerini yazdığı güfte tam kendi duygularını anlatıyordu. Bu güfteyi Rast makamında besteledi.


Söylemek istesem gönüldekini

Dilime dolanan ıstırap olur

Yazsaydım derdimin ben bir tekini

Ciltlere sığmayan bir kitap olur


Ne yaman çileli bir insanmışım

Sunulan her zehri şifa sanmışım

Ah ne aldanmışım, ne aldanmışım

Aldanan gönülde aşk serap olur

 Sabite Tur Gülerman’ın Aşkı:

 

Selahattin Pınar’ın yeğeni Altın Pınar’ın anlattığına göre, Türk Musikinin önemli hanendelerinden Sabite Tur Gülerman, Selahattin Pınar’a âşıktı.

Sabite Tur Gülerman, 1948 yılında Ankara Radyosuna girmiş, 2,5 yıl burada görev yapmış. Sonra İstanbul’a gelmiş. Tepebaşı Gazinosu’nda okumaya başlamış. Bu gazinoda Selahattin Pınar’la birlikte sahneye çıkmış.

 

Çalışmalar sırasında doğan arkadaşlık aşka dönüşmüş. Seviyeli bir aşk yaşamışlar. Önce üstat ölmüş. Öldükten sonra bile Sabite Hanım onu sevmeye devam etmiş. Üstat, onun için “Bakışı çağırır beni uzaktan” şarkısını bestelemiş. Sözleri Fuat Edip Baksı’ya ait olan bu güfteyi Muhayyerkürdî makamında besteledi.

 

Bakışı çağırır beni uzaktan

Varınca çatılır kaşlar, nedendir

Bir yandan hoşlanır azarlamaktan

Bir yandan gözünde yaşlar nedendir

Derindir alnımda gurbet çizgisi

Değişmez diyorlar bahtın yazısı

Gönlümün içinde var ki bir sızı

Her akşam yeniden başlar nedendir

Selahattin Pınar, sanat değeri yüksek eserler bestelemiştir. Sanatında hacı Arif Bey’in takipçisi olmuş şarkı formunda oldukça eser vermiştir. Eserlerinde makamlarımızın seyir ve hareketi, usta bir modülasyon tekniği, ritm ve melodi uygunluğu dikkat çekicidir. Eserlerinin çoğu o zamanın ve zamanımızın ses sanatkârları tarafından plaklara okunmuştur. (Dr. Nazmi Özalp , Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi,Cilt:2, S: 157, Yılmaz Öztuna, Müzik Ansiklopedik Sözlük, Suat Yener, Şarkıların gözyaşları S: 134, Can Dündar, www.kumru.net/oykuler  Afife Jale , Pınar Aşkı, Tâhir Aydoğdu, www.turkmusikisi.com/bestekarlar, Kim Kimdir ansiklopedik sözlük)

 Hazırlayan: Suat Yener

 Yaptığı besteler Hicaz, Hüzzam. Bayati ve Kürdîlihicazkâr makamında yoğunlaşmıştır.

 Bülbül sesi âh oldu bu yıl fasl-ı baharda Acem Aşîran Semai Mustafa Nâfiz Irmak
 Artık yetişir çektiğim insafsız elinden  Bayati Ağır Sengin Semai Mustafa Nâfiz Irmak
 Delisin deli gönlüm Bayati Aksak-Curcuna Mithat Ömer Karakoyun
 İçen bir daha  ayılmaz Bayati Düyek-Curcuna Vecdi Bingöl
 Kalbim yine üzgün seni andım da derinden Bayati Curcuna Yahyâ Kemâl Beyatlı
 Gel beklediğim sevgili akşamlar olunca  Evc Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 Gözyaşlarınız kalbime toplanmış emeldi Evc Türk Aksağı Mustafa Nâfiz Irmak
 Mecnûn koşar "Leylâ" diye efsâneden efsâneye Evcârâ Aksak Hüseyin Mayadağ
 Söndü yâdımda akisler gibi aşkın seheri Evcârâ Aksak Mustafa Nâfiz Irmak
 Çok bekledim akşam seni yollarda vefâsız Ferahnâk Semai Mustafa Nâfiz Irmak
 Zannederdim aşkımı bir şûha bağlarsam geçer Ferahnâk Ağır Aksak Hakkı Bey (Çarşı'lı)
 Boş kalan kalbimi doldurmada derdim kederim Gerdâniye Düyek Rahmi Duman
 Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek Hicaz Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 Bir bahar akşamı rastladım size  Hicaz Aksak Fuat Edip Baksı
 Gönül yarasından acı duyanlar Hicaz Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 Hasta kalbimde açılmış kanayan bir yarasın Hicaz Ağır Aksak Mustafa Nâfiz Irmak
 Kalmadı bende ne arzu ne gönül Hicaz Aksak Hüseyin Suat Yalçın
 Kara sevdâ gibi rûhumda duran gözlerini Hicaz Aksak Mustafa Nâfiz Irmak
 Leylâ gibi hıçkırsa ve Mecnûn gibi yansa Hicaz Türk Aksağı Mustafa Nâfiz Irmak
 Sızlayan kalbimi sev rûhu nüvâzişle kanat Hicaz Sengin Semai Mustafa Nâfiz Irmak
 Yalnız onu sevdim o hayâlimdeki kuştu Hicaz Aksak Mustafa Nâfiz Irmak
 Yüzüm gülse de kızlar içimde yâre sızlar Hicaz Aksak Mithat Ömer Karakoyun
 Gönül derdi çekenleri gizlice yaş dökenleri Hicazkâr Aksak Vecdi Bingöl
 Beni de alın ne olur koynunuza hâtıralar Hisâr Buselik Aksak Bâki Süha Ediboğlu
 Hayâl deryâsına ben bâzı bâzı dalmasam bir türlü dalsam bir türlü Hüseyni Aksak Necdet Atılgan
 Hülyâmı yakan(kor/nur) gibi âgûşuna yatsam Hüseyni Sengin Semai Zekâi Cankardeş
 Ağladım günlerce arkandan senin gönlüm kırık Hüzzam Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 Aşkınla sürünsem yine aşkınla delirsem  Hüzzam Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 Bilmem niye sînemdeki yârem yine sızlar Hüzzam Curcuna Şeref Şatana 
 Gecenin mâtemini aşkıma örtüp sarayım Hüzzam Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 Gönlümde derin bir sızı vardır elinizden Hüzzam Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 Gözünün rengini sordum "Kara sevdâ"dediler Hüzzam Aksak Vecdi Bingöl
 İnleyen udum mu yoksa ben miyim fark eylemem Hüzzam Ağır Aksak Süheylâ Moray
 Sevdâlı gözlerle sen bana baktın  Hüzzam Sengin Semai Badi Nedîm Bey
 Seviyordum onu rûhumda kanarken yaralar Hüzzam Aksak Mustafa Nâfiz Irmak
 Sormadın hâlimi hiç kalbimin esrârı nedir Hüzzam Aksak Mustafa Nâfiz Irmak
 Ümîdini kirpiklerine bağladı gönlüm Hüzzam Türk Aksağı Nûrettin Rüştü Bingöl
 Yıllarca bana yâr-i füsunkâr olan eş'din Hüzzam Sengin Semai Badi Nedîm Bey
 Dile düştüm senin yüzünden yine  Karcığar Aksak-Curcuna Fuat Edip Baksı
 Sana gönül verdim beni bırakma Karcığar Aksak-T.Aksağı Mustafa Nâfiz Irmak
 Yıllarca seviştik bana her derdini verdi Karcığar Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 Akşam yine gölgenle sabah etti bu gönlüm  Kürdîlihicazkâr Serbest-Düyek Cemâlî Nâbedit
 Aşkınla yanan gönlüme bûsenle şifâ sun  Kürdîlihicazkâr Türk Aksağı Zekâî Cankardeş
 Bir gizli günâhın izi gül benzini sarmış Kürdîlihicazkâr Sengin Semai Mustafa Nâfiz Irmak
 Bir gizli yalan söyle de aldat beni kandır Kürdîlihicazkâr Sengin Semai Mustafa Nâfiz Irmak
 Bir gonca açılmış Pınar'ın dertli başında  Kürdîlihicazkâr Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 Dudağım dudağında kemençede yay gibi Kürdîlihicazkâr Curcuna Fâruk Şükrü Yersel
 Elimde meş'alem dilimde nağmem  Kürdîlihicazkâr Düyek Vecdi Bingöl
 Ellerine kimler yaktı kınayı Kürdîlihicazkâr Aksak Rızâ Yücel
 Erisem göğsünün üstünde yanıp rûh gibi kalsam Kürdîlihicazkâr Aksak Nûrettin Rüştü Bingöl
 Gel gitme kadın rûhumu hicrânına yakma Kürdîlihicazkâr Curcuna Celâdet Barbarosoğlu
 Ne demiştin niçin caydın sözünden Kürdîlihicazkâr Düyek Vecdi Bingöl
 Ne gelen var ne haber var gün uzak yollar uzak Kürdîlihicazkâr Aksak Zekâi Cankardeş
 Nereden sevdim o zâlim kadını Kürdîlihicazkâr Aksak Yusuf Ziyâ Ortaç
 Sorma bana nâfile neler düşündüğümü Kürdîlihicazkâr Düyek Vecdi Bingöl
 Yalancıdır hep aynalar gir kalbime gör kendini Kürdîlihicazkâr Türk Aksağı Rızâ Polat Akkoyunlu
 Yüce dağdan esen rüzgâr sevgiliye selâm götür Mahur Curcuna-Düyek Fakih Fakılar
 Bakışı çağırır beni uzaktan  Muhayyer Kürdî Curcuna Fuat Edip Baksı
 Kalbime bir kanlı yâre açtı Türkmen kızı Muhayyer Kürdî Aksak _
 Kalbimi ayağına atsam ölecek gibi  Muhayyer(Muh.Kürdî) Aksak-Curcuna _
 Ben yürürüm yâne yâne aşk boyadı beni kâne  Nevâ Düyek Yûnûs Emre
 Bir deli gönlün var bir kırık sazın  Nevâ Aksak Mûnis Fâik Ozansoy
 Gonca açmaz gül olmaz baharı yok gönlümün Nevâ Aksak Osman Nihat Akın
 Geçti ömrüm yine hâlâ ben o bin derd ileyim Nihavent Curcuna Vecdi Bingöl
 Hâlâ yaşıyor kalbimin en gizli yerinde Nihavent Türk Aksağı Zekâi Cankardeş
 Sana gizli bir diyeceğim var Nihavent Curcuna-Aksak Vecdi Bingöl
 Ayrılık yarı ölmekmiş Nişâburek Düyek Vecdi Bingöl
 Aylar geçiyor sen bana hâlâ geleceksin Rast Curcuna Burhan Bey
 Söylemek istesem gönüldekini Rast Aksak Vecdi Bingöl
 Yalnız benim ol el yüzüne bakma sakın Rast Curcuna Mustafa Nâfiz Irmak
 İlkbahar olmayınca bürünme ala gönül Tâhir Buselik Düyek Vecdi Bingöl
 Kız göğsüne taktığın o kan kırmızı güller Tâhir Buselik Aksak-Curcuna Mithat Ömer Karakoyun