MUSİKİ TARİHİ

 

MUSİKİ TARİHİ

 

Türk müziğinin anatomisini coğrafya olarak Orta Asya'dan filizlendiğini söylemek mümkündür. Fazla

kaynaklar olmamakla birlikte, nazariyat olarak ilk defa Türk kökenli olduğu düşünülen Al Farabi

(873-950) , eski Yunan Felsefecisi Pisagor ' dan etkilenerek yazdığı ." Kitab-ı Musiki ' ül Kebir "

(Müzik Kitabı ) adlı edvarı biliniyor. Buradan yola çıkarak musikimizin bazı kişiler tarafından dış

kaynaklı olduğu ifade ediliyorsa da, ilk defa bir Türk kökenli bilginin ilk nazariyatı yazması Türk

Musikisi görülmektedir. Hüseyin Sadettin Arel  " Türk Musikisi Kimindir " adlı kitabında bu konun

üstünde titizlikle durmuştur.

 

Daha sonra İbn-i Sina ' nın (980-1037) "Kitabü'ş-şifa "  (şifa veren kitap) adlı eserinde musiki üzerine

yazıları saptanmıştır. Mevlana Celaddin-i Rumi 'nin (1207-1273 )  " Sufi Musikisi "  (Tasavvuf

Müziği) ile şekillenmeler başlamıştır.

 

Safiyüddin Urmevi 'nin , " Kitabü Edvar " (zamanın kitabı ) yapıtı musiki üzerine ilk defa ses

perdelerine ve makamlara rastlanmıştır.(Doç.Dr.M.Nuri Uygun  , Urmevi ve Kitabül Edvarı)

 

Anadolu’nun, Diyar-ı Acem’in, Horasan’ın ve Maverraünnehr’in ilim ve kültür merkezleri haline

geldiği 15. ve 16. yüzyıllarda, Türk Musikisi adıyla tanıdığımız müzik türünün alt yapısı iyice

hazırlanmış ve nazari temelleri atılmış görünmektedir. Bundan başka, Geleneksel Türk Musikisi’nin

icrasında çarpıcı bir dönüşüm yaşanmış, ümmü’l makamat (makamların anası) olan Rast dizisini

eskiden beri tarif etmek üzere kullanılan Yegah, Dügah, Segah, Çargah, Pençgah, Şeştgah, Hetfgah,

Heştgah adlı sesler; çalgılar için ses sahasını genişletmek maksadıyla, makamın kararı olan yegah

perdesi bir tam dörtlü aralık tize göçürüldüğünden, Rast, Dügah, Segah, Çargah, Pençgah Neva,

aşiran / Şeştgah Hüseynai, Evc / Segah-ı Sani (Eviç) ve Rast, Dügah, Segah, Çargah, Pençgah Neva,

aşiran / Şeştgah Hüseynai, Evc / Segah-ı Sani (Eviç) ve Gerdaniye adlı seslere izdüşürülmüştür.

 Daha sonra Rast dizisindeki sesler, bugün tanıdığımız şeklini, yani Rast, Dügah, Segah, Çargah, Neva,

Hüseynai aşiran, Eviç ve Gerdaniye halini almıştır . (Dr.Suphi Ezgi" Nazari ve Ameli Türk Musikisi " )

Meragalı Abdülkadir (1360-1412) ve Ladikli Mehmet Çelebi (?-1500?) gibi musiki alimi ve bestekarların ameli ve nazari eserleri Türk musikisinin nakışlarını  işlemeye başlayarak, rengi ve lezzeti, Türk kültür ve medeniyetinin zirve noktasına getirmişlerdir. Bestekar Gazi Giray Han'ın (1554-1608) eserleri , Türk musikisini doruk noktasına getirmiştir.Buraya olan bu değişimlere " Klasik Dönemden Önceki Dönem " diyebiliriz.

Kanûnai Sultan Süleyman’ın (1494-1566) hükümdarlığı esnasında , “tasavvufi mûsikainin konservatuarları” olarak adlandırabileceğimiz Mevlevihanelerin, imparatorluğun dört bir köşesine yayılmış ve kökleşmiş oldukları görülmektedir . Bu evrede, görkemli şenliklerde ve törenlerde, büyük çapta mûsikai fasılları tertiplendiği anlaşılmaktadır. Bu tertipleri düzenleyen “Şevkname” adlı eseri ile bilinen Abdül Ali Efendi’dir”

Türkler, tarihin çok eski çağlarından başlamak üzere "musikiyi yazmak" için çeşitli notalama sistemleri geliştirmiş ve bu sistemleri kullanmışlardı. Osmanlı döneminden çok gerilerde, meselâ Çağatay Türklerinin Ayalgu adıyla; Uygur Türklerinin ise alfabelerinden geliştirmiş ve kullanmış bulunduğu -özel adı meçhul- nota sistemlerini kullandığı biliniyordu. Sonraki yüzyıllarda da Kutbünnâyî Osman Dede Notası, Şeyh Nâsır Abdülbâkî Dede Notası, Ali Ufkî Notası, Kantemiroğlu Notası ve Hamparsum Notası gibi -mucitlerinin adıyla anılan- nota sistemlerinin varlığı, bizzat, musikinin yazıya geçirilmesi konusunda bir ihtiyacın duyulduğunu açıkça ortaya koyuyor gibi görünmekle beraber, bu musiki yazısı sistemleri, çoğunlukla, nazarî nitelikli eserlerin ameliye sahasıyla pek fazla iç içe geçmeyen -nisbî anlamda- dar dünyası içinde sıkışıp kalmıştı. Bu konuda baskın olan hareket tarzı, şifahî olandan yana; yani "meşk" geleneğine bağlı biçimde yürümüştür. Yani Türk musikisi, tarih içindeki yolculuğunun genel seyri itibariyle "sözlü geleneklerle kendini üreten bir sanat olarak var olmuştur".

( Mehmet Gültekin - Osmanlıda Musiki )

Dînî mûsikî yapıtlarıyla, Hatip Zâkirî Hasan Efendi (1545-1623) , bestekârlığıyla Gâzî Giray  (1554-1607)  göze çarpmaktadırlar. Alevî-Bektaşî tarikatına bağlı olduğu anlaşılan halk ozanı Pir Sultan Abdal ve Celâli isyancılarından olduğu düşünülen halk kahramanı ve halk ozanı Köroğlu, Halk Müziği’nin ölümsüz temsilcileri olarak anılmaktadırlar.  

1635'te, IV. Murad'ın huzuruna kabul edilen Evliya Çelebi güftesi IV. Murat’a, güftesi Gülşenî tarikatından, aynı zamanda Evliya'nın da musiki hocası Derviş Ömer'e ait bir varsağı, segah, maye ve bestenigar makamlarında eserler okuduğunu anlatır. Bir halk adamı olan Evliya Çelebi'nin çeşitli vesilelerle sarayla ilişkisi olmuş, hatta Evliya kendi ifadesine göre Kiler Odası’na girmiştir. Padişahın bir şiirinden bir türkü bestelenmesi, bunu bir halk adamının başka eserlerle birlikte sultanın huzurunda okuması, saray-toplum ilişkileri bakımından ilginç bir örnek oluşturur. Evliya Çelebi ayrıca, IV. Murat’ın cumartesi geceleri ilahi ve naat okuyanlar ile hanende ve sazendeleri toplayarak sohbet ettiğini de yazar, bu arada saray meşk hanesinin, Topkapı Sarayı'nın üçüncü avlusunda has hamamın yanında olduğunu açıklar.

Aynı dönemde Topkapı Sarayı Enderun'unda bulunan Ali Ufkî Bey (Albert Bobovski), çizdiği Topkapı Sarayı plan krokisinde üçüncü avluda meşk haneyi de göstermiştir. Bu krokiye göre bugün yerinde bulunmayan meşk hanenin, Arzodası'nın sağ tarafında, bugün padişah elbiselerinin sergilendiği yapının önünde olduğu anlaşılmaktadır. Günümüze Haza Mecmua-ı Saz u Söz adlı, döneminin pek çok eserinini ve varsağı gibi halk musikisi örneklerinin notalarını içeren bir kitap bırakmış olan Ali Ufkî Bey, meşk hanenin gün boyu açık kaldığını, yalnız geceleri kapandığını, musikicilerin burada hocalarından ders aldıklarını yazar. Ders veren hocalar saray dışında yaşayan musikicilerdir, her gün ilk divan toplantısının ardından saraya gelirler. Enderun'daki çeşitli odalardan toplanmış musikiyle ilgili içoğlanları kendi odalarında yaşarlar. Sultan Murat zamanında saraydaki bir İtalyan müzikçinin Batı müziği tekniği ile hazırladığı konseri dinleyen Ali Ufkî Bey konserde kullanılan çalgıları kemence, tambur (veya şeştar), santur, mıskal, ney, ud diye sıralandıktan sonra, halk şarkılarını çalmak için de çağana, çöğür, tambura, tel tamburası ve çeşnenin kullanıldığını yazmıştır. (Ersun Pekin - Sarayda Musiki )

17. yüzyılın başlarında, bestekâr da olan Sultan IV. Murat’ın (1611-1640), hânendeliği ve sâzendeliği ile meşhur Şahkulu’nu Bağdat’tan İstanbul’a getirttiği bilinmektedir. Bir sonraki evrede, büyük halk ozanı Karacaoğlan’ı (1606-1679) [30], tanburî bestekâr Benli Hasan Ağa’yı 17. yüzyılın sonlarına doğru ise, Hâfız Post (1630-1694), Buhûrizâde Itrî (1640-1712), Hâfız Kömür (1645-1690), Çömlekçizâde Recep Çelebi (ö. 1701) ve Seyyid Nuh (ö. 1714) gibi bestekârlar, IV. Mehmet (1642-1687) dönemi Osmanlı Saray Mûsikîsinin doruğunu yansıtmaktadırlar. Yine bu dönemlerde yetişen Ahtâbî Mehmet Bey, Âhenî Çelebi, Ahmet el-Mehterî, Derviş Ali Şir-ü Ganî, Hatipzâde Osman Çelebi, Kazzaz Hasan Çelebi, Nailçe Mehmet Efendi, Odabaşızâde Efendi, Şehlâ Mustafa Çelebi, Tesbihîzâde Emir Çelebi, Taşçızâde Recep Çelebi gibi mûsikîşinaslar dikkatimizi çekmektedirler. ( Ozan Yarman - Türk Musikisinin Kısa Bir Tarihçesi )

 

Lâle devrinde (1711-1730) ise, Beyoğlu Kulekapı Mevlevî hanesi Şeyhi Nâyî Osman Dede  (1652-1730) ve Moldavya Prensi Dimitri Kantemir (1673-1723), mûsikî transkripsiyonu ve nazariyatı üzerinde ayrı ayrı çalışmışlar, kendi isimlerini alan nota sistemleri geliştirmişlerdir [34. Lâle devrinin son bulmasından îtibâren Nîzâm-ı Cedid (1793-1806) yıllarına değin; mûsikîşinas ve şâir Nâzım Yahya Çelebi  (1650-1727), bestekâr ve tamburi Enfî (Burnaz) Hasan Ağa (1670-1729) , kadın bestekâr Dilhayat Kalfa (ö. 1740) , bestekâr Tanbûrî Mustafa Çavuş (1689-1757) , bestekâr Ebubekir Ağa (1685-1759) 27, bestekâr Tâb’i Mustafa Efendi, 1749’da kaleme aldığı “Tehfîmû’l Makâmat fî Tevlîdi’n Negâmat  adlı eseriyle bilinen Kemânî Hızır Ağa (ö. 1760) , bestekâr Hacı Sadullah Ağa (1730-1807) , Hızır Ağa’nın bestekâr oğulları Vardakosta Seyyid Ahmet Ağa (1730-1794)  ile Küçük Mehmet Ağa (ö. 1803)  ve mûsikîşinas Hâfız Şeydâ Abdürrahim Dede bu devire damgasını vuran musikişinaslardır.

 

İlk bestekarlar antolojisi (Şeyhülislam Es'ad Efendi'nin Nevşehirli İbrahim Paşa'ya sunduğu Atrabu'l

Asar'ı)1718-1730 yapılıdığı saptanmıştır.

Enderun, Osmanlı saray musiki hayatinin en önemli kurumudur. Enderun'da padişahın özel hizmetinde bulunan ağalar Seferli, Kiler, Hazine ve Has odalarında yaşarlardı. Musikiciler ise Seferli Odasında toplanmıştı. Seferli Odası IV. Murat zamanında kurulmuştu. Bu oda kurulmadan önce musiki eğitimi ve terası için "büyük" ve "küçük" odalar kullanılırdı. 

Musiki sarayın harem bölümünde de öğretilir ve icra edilirdi. Haremdeki cariyelerin musiki hocaları hem saray içinde, hem de kendi evlerinde ders verebilirlerdi. Osmanlı sarayında kadınlar arasından yüzyıllar boyunca sayısız musikici çıkmıştır; ancak, bunların pek azının adları ve eserleri biliniyor. Sarayın en ünlü kadın bestecisi 18. yy.'ın ortalarında yaşayan Dilhayat Kalfa'dır. Dilhayat Kalfa'nın özellikle evcara peşrevi ile aynı makamdaki saz semaisi, mahur (Tâ-be-key sinemde cây etmek cefâ vû kîneye), eviç (Çok mu figanım ol gül-i zîba hıram için) ve rast (Nevhıramım sana meyl eyledi can bir, dil iki) besteleri Türk musikisi repertuarının değerli eserleri arasındadır. Kantemiroğlu'nun peşrev ve saz semailerini kaydettiği Reftar Kalfa da eserleri günümüze ulaşan bir başka kadın bestecidir. Levnî'nin ünlü minyatürü bir tambur, bir mıskal, bir zurna ve bir daireden kurulu bir harem saz takımını canlandırır.

II. Mahmut Enderun'u kaldırmıştır. III. Selim'le başlayan yenileşme hareketleri, II. Mahmut’un yeniçeriliği kaldırıp Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla Batı tarzında bir ordu kurmasıyla gerçekleşmiştir. Bunun doğal sonucu olarak Mehter hane de kaldırılmış, yerine Mızıka-i Hümayun'un kurulup başına Giuseppe Donizetti getirilmiştir. Bundan sonra Osmanlı musikisi, kimliğini gitgide yitirecek, bir başka yöne, Batı'ya dönecektir. Saray, bundan sonra musikiyi teşvik işlevini Batı müziğini daha çok teşvik ederek yerine getirecektir. Abdülmecid'in padişah olması ve Tanzimat'ın ilanı musikide Batılılaşmayı tescil eder. Dönemin büyük bestecisi Dede Efendi'nin, Abdülmecid'den hacca gitmek bahanesiyle izin alarak saraydan ayrılması bir bakıma Osmanlı musikisinin saraydan gördüğü desteğin artık zayıfladığını simgeler. (Kaynak :"Sultan Bestekârlar" adlı CD/Kitap)

 

Bundan sonraki bölümü musiki tarihinin dönemleri olarak topluca ve kısa olarak değerlendirelim.

 

1-Hazırlık ve Oluşma Dönemi

2-Klasik Öncesi (Preklasik) Dönemi

3-Klasik Dönem

4-Neoklasik Dönem

5-Romantik Dönem

6-Reformist Dönem

 

 

1-Hazırlık ve Oluşma Dönemi

 

 Bu döneme ait bilgilere eski Çin kaynakların da rastlanmıştır.

Han ve Hun devirlerinin Türk Hanedanları saraylarında ve hatta Çin haricinde kalan Kaşkar ve Buğara gibi kültür merkezlerinde, İslamiyet’ten önceki müzik kültürünün seviyesini gösteren belgelere yer verilmiştir.

Bu sayede Klasik Türk Müziği Tarihini milattan önce ki asırlardan başlatmanın ve Yüksek Orta Asya kültürünün oluşmasında Türklerin oynadığı rolü saptamanın ve yine bu etnografik malzeme sayesinde İslamiyet’ten önce Türk saraylarındaki müzik Toplulukları, Türk askeri mızıkası ve bir çok eski Türk sazları hakkında fikir sahibi olmanın mümkün olduğu ileri sürülmüştür

( Kaynak Ercüment Berker, “Geçmişten Geleceğe Türk Mûsikîsi”, Türk Gençliğinin Müzik Eğitimi, Türk Kadınları Kültür Dergisi, Ankara, 1985,)

13. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’da, Mevlevi tarikatının kurucusu Mevlana Celalettin Rumi (1207-1273) Türk kültür hayatına, etkileri zamanımıza kadar ulaşan hamle kazandırmıştır. Mevleviliğin müziğe önem vermesi ve Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in (1226-1312) güçlü bir besteci olması, bu müziğin verimini, etkinliğini arttırmıştır.

 

2-Klasik Öncesi (Preklasik) Dönemi

 

14. yüzyılın sonlarından başlayarak 18. Yüzyıl başlarına kadar uzanan bir süreçtir. Bu süreç içersinde Yıldırım Beyazıt’tan (1389-1402), II. Murat’a (1421-1451) kadar tahtta kalan padişahlar, Osmanlı padişahlarının ilk bilgin ve sanatkarları olarak, faaliyet göstermişlerdir.

Bu dönemin en önemli olayı, Klasik Türk Müziği tarihine Büyük Hoca olarak geçen Abdülkaadir Meragi’nin (1399-1435) var oluşudur. O, yapıtlarında Klasik Türk Müziği’nin klasik kuramına ve o dönem İslam Müziği’ne ilişkin çok değerli bilgiler verdiği gibi, Kenz’ul Elhan (Ezgiler Hazinesi) adlı yapıtında yüzlerce Klasik Türk Müziği yapıtını ebcet notasıyla yazmış ve gerçek bir müzik hazinesi bırakmıştır.

 

  3-Klasik Dönem

Bu dönem Itri’den(1640-1712), Hamamizade İsmail Dede Efendi’ye (1778-1846) kadar olan zaman sürecini kapsar. Itri’nin üstün bestecilik gücüyle atılım yapan Klasik Türk Müziği, Lale Devri’nde çok parlak, şen, şuh saz ve söz eserleri kazanmıştır. Itri Klasik Türk Müziği tarihi içersinde en ünlü kişisi olarak kabul edilmiştir. Sultan 3.Selim'in isteği üzerine bir nota yazım sistemi geliştirmiştir.

 

4-Neoklasik Dönem

Hem klasik hem de neoklasik dönemde gösterilebilen Dede Efendi (1778-1846) ile başlayan bu dönem, Hacı Arif Bey’e  (1831-1884) kadar olan süreci kapsar. Ünlü besteciler, klasik kurallardan yavaş yavaş ayrılarak büyük formlarda eser verme yerine, küçük formlarda ve özellikle şarkı formunda eserler vermeyi tercih etmişlerdir. (Bakınız ; Musiki Terimleri / Şarkı )

 

Neoklasik dönemin diğer bestecileri; 2.Mahmut (1785-1839), Tamburi Hacı Numan Ağa (1750?-1834), Dellalzade İsmail Efendi (1797-1869), Zekai Dede Efendi (1825-1897), Tamburi Ali Efendi (1836-1902) ve Neoklasik dönemi bitirip, Romantik dönemi başlatan büyük şarkı bestecisi Hacı Arif Bey’dir

 

5-Romantik Dönem

 

Hacı Arif Bey’den, Hüseyin Saadettin Arel’e (1880-1955) kadar yaklaşık yarım yüzyılı kapsayan Romantik dönem, bir süre için klasik müziğin yasaklandığı dönem olma özelliğine sahiptir. Besteciler halka daha yakın eserler vermeye, eserlerinde, duygusal içtenliğe ve yüceliğe, milli ve geleneksel özellikler taşıyan eserler vermeye başlamışlardır

 

6-Reformist Dönem

 

Hüseyin Saadettin Arel den günümüze kadar olan dönemi kapsayan dönemdir.

İlk olarak İstanbul Belediye Konservatuarı’nda ve daha sonra İleri Türk Musikisi Konservatuarı’nda dersler veren Arel, birçok öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencisi Ercüment Berker, İstanbul Üniversitesi Korosunda hocasının sistemlerini uygulamıştır. Resmi olarak Nevzat Atlığ’ın kurduğu Devlet Klasik Türk Mûsikîsi Korosu 1976’da etkinliğe başlamıştır.  (Kaynak ; Ahmet Gümüştekin Türk Müzik Tarihine genel bakışı  Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü)

 

Cumhuriyet Musikisi

Klasik dönemdeki ve önceki dönemlerdeki musikide bestekârlar musiki formları ve terennümlerle besteler yaparlardı. Bu dönemde "Meşk-i Sinsile " yoluyla bir musiki akımı oluşmuş. Hocalar ve talebeleri şeklinde eğitimler yapılır. "Enderun " ve "Mızıka-ı Hümayun " kurumları okul düzeyinde musiki eğitimi yaparlardı. Cumhuriyet tarihindeki musikiyi incelememiz için 20. Yüzyılın başından almamız lazım.

 

20. yüzyılın başlarında yeni bir kuruluş ortaya çıkar, Millî Eğitim Bakanlığı, o zamanki adıyla "Maarif Nezareti", 1914 yılında İstanbul'da "Darülelhan" (Nağmelerin evi) adıyla bir devlet konservatuarı açar, musiki bölümünün başına da Musa Süreyya Bey getirilir. Bu kişinin ilk işi 1926'da Darülelhan adının İstanbul Konservatuarı’na çevrilip yeni kültürümüz için gereksiz olan ŞARK MUSİKİSİ’NİN kaldırılmasını istemek oldu. Böylece okullardan musiki dersleri zamanın bakanı tarafından kaldırıldı. Darülelhan’ın eğitim kadrosunda Ali Rifat Çağatay, Tamburi Cemil Bey, Hüseyin Sadettin Arel, Suphi Ezgi gibi değerli öğretmenler bulunuyordu. 

 

1922 yılında Fahri Kopuz, Kanunî Nâzım bey ve Ali Rıza Şengel tarafından kurulan: Terakk-i Musiki Mektebi, 1925 yılında Abdülkadir Töre tarafından kurulan Gülşen-i Musiki Mektebi, 1916'da Fahri Kopuz ve arkadaşları tarafından kurulan ve 1931'e kadar varlığını sürdüren, özel okullar içinde en uzun ömürlü ve verimli olanı DARÜTTALİM-İ MÛSIKΠ okuludur.  Bu okulda Dr. Suphi Ezgi, Hüseyin Sadettin Arel dersler vermiş, Cevdet Çağla, Ferit Alnar, Safiye Ayla gibi sanatçılar da görev yapmıştır. Diğer bir okul ise Ali Kemal Paşa'nın Kadıköy'deki konağında kurulan, kurucuları arasında Selahattin Pınar'ın da bulunduğu DARÜL FEYZ-İ MÛSI Kİ’DİR. Bu okul daha sonra ÜSKÜDAR MÛSIKÎ CEMİYETİ’NE dönüşmüştür. 

Üsküdar Musiki Cemiyeti, Ali Rifat Çağatay, Selahattin Pınar, Emin Ongan gibi değerli sanatçılar emek vermiş, Türk Musikisi’nin pek çok ünlü ismi de buradan yetişmiştir. Bir başka okul da 1908'de Ziyaettin Efendi tarafından kurulan, Kanunî Hacı Ârif Bey, Neyzen Tevfik, Udî Sami bey gibi sanatçıların da çalıştığı DAR'ÜL MÛSIKÎ-İ OSMANİ’DİR. Bu okul, bu tür okulların içinde en önemli yeri tutan DARÜT-TALİM-İ MÛSIKÎ mektebinin de temelini oluşturmuştur. Kâzım Uz'un kurduğu DAR'ÜL MÛSIKÎ, Kadıköy Musiki Cemi