Hatıralar sarmış dört bir yanımı (Bana herşey seni hatırlatıyor) - Notası – Sözleri - Video - Hikâyesi

Makam: Nihavent

Bestekar: Selçuk Tekay

Sanatçı: Seda Gökkadar - Alp Arslan Düet

Güftekar: Aşkın Tuna

Usül: Düyek

Altı Perdelik Aşk Hikâyesi 

Program sunucusu Pınar Kalyoncuoğlu, “Bir fidan sizden, bir şarkı bizden” programına şair Aşkın Tuna’yı konuk ediyordu. Pınar, genç, sarışın ve güzel olduğu kadar da çekici bir kızdı. Aşkın Tuna, konuk olduğu programın bu güzel sunucusuna yıldırım aşkıyla vuruldu. 

Programdan önce, heyecanı geçsin diye, Pınar Kalyoncuoğlu kendisiyle sohbet ediyordu. Çaylarını yudumladılar. Aşkın Tuna’nın heyecanı geçmek bir yana aklı daha dakarışmştı. Genç kıza hayranlıkla. Yakınlık olsun diye: “Müzikle ilginiz var mı?”’ diye sordu. 

Pınar, bir yandan program hazırlığı yaparken cevap verdi: “Müziğin güzel olan her çeşidini severim. Türk müziğinden de hoşlanırım, Güney Amerika’nın Latin parçalarından da” sözleriyle cevap verdi. Bu aşk kıvılcımının birinci perdesi oldu.

Aradan bir süre geçince, Pınar Kalyoncuoğlu, “Tüketici Dosyası” isimli programı hazırlıyordu. Yine Aşkın Tuna’yı konuk etmek istiyordu. Aradı. Aşkın Tuna, “Tabii tabii, seve seve!” cevabını alınca çok sevindi.

Program öncesi yine sohbete daldılar. İkisi de birbirinden elektrik almıştı. İkisi de kafasında geçenleri söyleme cesaretini kendilerinde bulamıyordu.

 

Bir ara Pınar bir yolunu buldu:  “Allah aşkına bu kadar şiiri nasıl yazıyorsunuz? Bestekârın ilham perisi gibi şairlerin de ilham perisi olurmuş, hatta bazılarının perileri var! Sizin de böyle bir ilham periniz var mı?” diye sordu.

Aşkın Tuna, dilinin ucuna kadar gelen yanıtı söyleyecekti ki, vazgeçti:

“Şu anda öyle özel bir ilham perim yok” dedi. 

Pınar, belki de şairden istediği cevabı almıştı fakat yinede içindeki soruşturmayı tamamlamak istiyordu. İçindeki ses ise, isyan edercesine itiraz etti: “Koca adam yalan söylüyorsun, cesur değilmişsin, olmadı işte!” dedi. Bu aşkın ikinci perdesiydi,

Tüketici Dosyası programı yapıldı. Aşkın, programın sonunda, içerden makyajını tazelemiş olarak gelen Pınar Kalyoncuoğlu’na karşı cesareti topladı:  “Siz beni iki defadır programlarınıza davet ediyorsunuz. Bu kez ben sizi davet edeceğim, ama bir televizyon programına değil. Eğer bu akşam birkaç saatlik zamanınızı bir akşam yemeğine ayırırsanız, gerçekten çok mutlu olacağım!” dedi. Pınar teklifi kabul etti.

Boğaz’ın sularıyla kucak kucağa bir balık lokantasında, çiçeklerle süslenmiş bir masanın iki tarafında oturan sarışın genç kızla, duygusal genç şair, bir taraftan yemeklerini yiyorlar, bir taraftan da sohbet ediyorlardı. 


Aşkın Tuna sorularıyla genç kızın gönül dünyasını aydınlatmaya, o dünyayı görmeye çalışıyordu. Aşkın, birden çok duygusal bir aşk şiirini söylemeye başladı.

Pınar, şiir bitince: “Şimdi nerden çıktı bu aşk şiiri, sanki bir mesaj gibi!” dedi. Pınar, Aşkın’nın ağzından duymak istediği şeyleri bekliyordu.

Aşkın gülümsedi: “Hani. Sormuştun ya senin ilham perin var mı diye. O peri şimdi burada, sana baktıkça, kelimeler dudaklarının arasından döküldükçe ve ben seni dinledikçe, içimdeki ilham perisi tam şiir zamanı dedi. Yeni şiirlerimi seninle paylaşmak istedim”  dedi. Karşılıklı yoklamalarla Aşkın, Pınar’ı evine bırakırken üçüncü perde kapanıyordu.

Arkadaşlıkları ilerliyordu. Sonbahar geçti, hatta kış ayının ikinci dönemine yani Ocak ayının sonlarına doğru geliyordu. Karlar altındaki İstanbul doyumsuz bir manzaraya bürünmüştü. Kadıköy’den hareket eden vapurun alt katı, salonlar, ön taraf tıklım tıklım doluydu. Dışarıda lapa lapa bir kar yağıyordu. 

Aşkın ve Pınar en üst güverteye çıktılar. Aşkın ilk önce derin bir nefes aldı ve cesaretini toparlama zamanının geldiğine inandı: “Pınar seni seviyorum, aylardan beri sana bunu söylemek istiyordum, bugün, şu an kısmetmiş!”

Pınar, hiçbir şey demedi, bakışlarını öne eğdi. Böyle bir itirafı beklemesine rağmen, yüzüne ateşler bastı, yanıyordu içiyle dışıyla. Beklediği şeydi aslında ama şok içindeydi.

 

O sıralar Pınar, iş yerinde huzursuzdu. İş yerinde can sıkıcı şeyler oluyordu ve gergindi. Aşkın, çok yoğun bir devreye girmişti. Kısacası iki taraf da gergindi. Birbirlerini istemeden kırdılar. 

Ve böylece dördüncü perde kapandı. 

Yağmurlu bir günde Aşkın Tuna, Kadıköy vapurunda yine en üst güverteye çıktı. Fakat bu defa yalnızdı. Yağmur, martılar, vapurun denizi yardığında çıkardığı köpükler ve İstanbul. Kendine bir şeyler hatırlatıyordu. Gördüğü her şey Pınar’ı hatırlatıyordu. Elinde olmadan kanına beynine işlemiş alışkanlıkla, cümle içinde heceleri saymaya başladı. Tam 11 heceydi, eli kalemine gitti. Aceleyle cebinden çıkardığı bir kâğıt parçasına kelimeleri yazdı. Gece oturdu duygularını şiire döktü. Aşk hikâyesinin beşinci perdesini aralamaya başlamıştı.

Sabah ilk iş olarak Pınar’ı aradı hemen telefonla. “Biliyor musun sana bir şiir yazdım” dedi.

Sonra o şiiri okudu. Telefonun karşı ucunda Pınar hiç ses etmeden, şiiri dinliyordu.

Pınar etkilenmişti:“Bütün bu dizeler benim için mi?” diye sordu. “Evet” yanıtının ardından, “Neredeysen geliyorum” sözleri çıktı ağzından heyecanla, mutlulukla yanına gitti. 

Aşkın Tuna: “Bu şiirimi arkadaşım Bestekâr Selçuk Tekay’a vereceğim bestelesin. Bizim şarkımız olsun” dedi.

Selçuk Tekay’ın kemanından dökülen melodiler, unutulmaz, dillerden düşmez bir şarkı yarattı. 

Altıncı perde mutluluklarının doruğunda başladı. 

O şarkının bestelenmesinden sonra Aşkın Tuna ile Pınar Kalyoncuoğlu bir nikâh masasında yaşamlarını birleştirdiler. Şimdi bir de dünyalar tatlısı oğulları Tuna Can var.

Mutluluklar diliyoruz.

 

Hatıralar sarmış dört bir yanımı

Baktığım her yerde izin duruyor

Ben seni düşünmek istemesem de

Bana her şey seni hatırlatıyor

Beraber yürüdük biz bu yollarda

Beraber ıslandık yağan yağmurda

Şimdi dinlediğim tüm şarkılarda

Bana her şey seni hatırlatıyor

Gökyüzünde güneş o gözlerini

Çatlayan topraklar bu hasretini

Yakılan her ateş bitmez sevgini

Bana her şey seni hatırlatıyor

(Suat Yener; Şarkıların Gözyaşları S:256, Altın Koza Yayınları 0 322 503 04 77)

 

Hazırlayan: Suat Yener