Ahmet Rasim Bey (1864-1932)

Ahmet Rasim Bey (1864-1932)

1864 yılında Fatih Sarıgüzel Mahallesinde doğan Ahmet Rasim'in musikiye başlangıcı; Zekai Dede’den musiki dersleri almak oldu ve Zekai Dede’nin tavsiyesi ile Eyüp'te Bahariye Mevlevihanesi'ne katılarak musiki bilgisini geliştirdi.

 

Ünlü bestekârlarımızdan Osman Nihat Akın'nın dedesidir. Tatyos Efendi ile tanışarak arkadaş oldu. Ahmet Rasim’in edebiyattaki şahaneliği ve Tatyos Efendi’nin bestekârlıktaki ustalığı musikimize çok değerli eserler kazandırılmasına sebep oldu. Ahmet Rasim, Tatyos'un vefatından sonra bir yazı kaleme almıştı. “Tatyos Efendi Enkserciyan” başlıklı yazısında Tatyos ve Kemençeci Vasil arasındaki köprüyü şöyle dile getirmişti:

"Kendisi gibi yine bu sanatın hor ve hakir darbeleri altında ezilip terk-i hayat eylemiş olan Kemençeci Vasil her ne zaman Tatyos’un ustalığından bahsedilse: ‘O yapsın, ben çalayım’ der idi. Filvaki pek çok defa tesadüf ettim, Tatyos da Vasil’i ağlamadan dinlemez idi. (Nihan Gençkal,  http://team-aow.discuforum.info) 

Ahmet Rasim, Posta ve Telgraf Nezareti Fen Kalemi’nde kâtipliğe atandı. Memuriyet hayatını benimsemeyen Rasim, hayatını yazar olarak kazanmak istemektedir. Kitapçı Kirkor Efendi yardımı ile bu isteğine kavuştu. Kirkor Efendi, Ahmet Rasim’in hazırladığı "YOLCU" başlıklı tercümeyi çok beğenir ve yazı Tercüman-ı Hakikat’te yayımlanır. Annesi kalemden yani memurluktan ölünceye kadar ayrılmaması için Kuran’a el bastırmıştı. Fakat kendisine çok sıkıcı gelen memurluktan ayrılarak yazarlığa başladı. Ancak kendisinin esprili tabiriyle annesine verdiği sözü tutarak, devlet kaleminden değil ama elinde tuttuğu kaleminden ölünceye kadar ayrılmadı.

 

Ahmet Rasim 1884’te Ceride-i Havadis Gazetesine tercüman olarak çalışmaya başladı. Behram Ağa’nın açtığı “Mekteb-i Behrami’de ve “Komonto Muvevi” okulunda bir süre öğretmenlik yapmaya başladı. Servet-i Fünun dergisinde fen konularındaki yazılarının yanında, tefrik halinde romanlarını da çıkarma imkânı buldu. Leyal-i Izdırap, Meşak-ı Hayat ve Afife burada yayınlandı. Türk musikisi repertuarında 50 civarında eser bulunmakta.  

Nükteleri ile tanınırdı, tam bir İstanbul Beyefendisi olan Rasim Bey’in yaşam felsefesinde üç şey vardı. Rakı, sigara ve sohbet etmek! Çevresindeki her insana saygı ve sevgi göstermeye itina eder ve kendisi için insanlar arasında sınıf farkı kesinlikle yoktu. Şaka yapmayı çok seven ve espri kabiliyeti yüksekti.  Balkan Harbi'nde meslektaşları ile trenle Edirne'ye giderlerken üstat mütemadiyen sigara içiyor, birini söndürmeden sigarasından diğerini yakıyormuş. Dostları: “Üstat niçin böyle diye yapıyorsun?”  sormuşlar.  Üstat; “Kibritten tasarruf için” demiş.

 

Esperileri ard arda yapma becerisine sahipti. Ahmet Rasim’i bir gün ziyafete çağırırlar, üstat bakar ki masada içkiden eser yok. Çaresiz masaya oturur, önce balık gelir üstat bakar ki rakı yok hemen çaresini bulur: “Aman bana bir kadeh; ben rakıyla balığı çok severim.”

Arkadan ekşili köfte gelir, “Aman bir rakı daha, köfte ile bayılırım” derken dolma gelir, “Aman dolmaya pek yakışır bir kadeh daha.” Arkadan baklava gelir bununla da bir kaç duble içince ev sahibi dayanamaz;

“Üstat, rakıyı hangi şeyle içmezsiniz?” Ahmet Rasim gülerek:

“Su ile” cevabını verir.

Atatürk ile tanışması

Atatürk ile tanışması ömrünün dönüm noktası olmuştur. Ahmet Rasim’in Atatürk ile anıları da oldukça fazladır. Bir gün Ankara, Anafartalar caddesinde yürürken, Atatürk’ün yakın arkadaşlarından biri olan İsmail Müştak Mayakon'a rastlar. İsmail Müştak samimi ilgi ile Ahmet Rasim’e yaklaşır; "Aman efendim aman, kimleri görüyorum… Hoş gelmişsiniz? Ankara’mızı şereflendirmişsiniz. Hangi rüzgâr attı sizi buraya böyle?.. Bir emriniz varsa lütfen emredin efendim?”der. 

Ahmet Rasim dudaklarında zeki bir gülümsemeyle şöyle der: “Fırıncılar ekmekleri artık dört köşe değil yuvarlak yapıyorlar da ondan mirim…”

 

 

İsmail Müştak, Ahmet Rasim’in bu söylediklerinden bir mana çıkaramaz. Merakla üstadın gözlerinin içine bakar. Ahmet Rasim Bey devam eder: “Eskiden ekmekler uzundu, ucundan koparıp yiyiyorduk. Ankara başkent olduktan sonra ekmekler yuvarlak oldu. Bir ekmek alayım, dedim fırından, elimden düşüp yuvarlanmaya başladı. Bu tekerleğin arkasından ben de Ankara'ya kadar koştum. Şaşkın şaşkın onu arıyorum şimdi."

 

İsmail Müştak o gün yaşadığı bu olayı aynı akşam Çankaya'da Atatürk'e anlatır. Atatürk birden öfkelenir ve azarlayan bir ses tonuyla sorar: "Siz ne dediniz?"          

 

İsmail Müştak sessiz kalır. Atatürk sesini yumuşatır: “Elli sene Türk kültürüne hizmet etmiş değerli bir zat ve belli ki fakir düşmüştür. Onuru, sana ekmeğe bile muhtaç hale geldiğini söylemesine müsaade etmemiş ama bunu sen anlamalıydın.”

 

Sonra da Ankara polisine üstat Ahmet Rasim’i mutlaka arayıp bulunmasını ve Köşk’e getirmesini emreder. Ankara’daki oteller ve meyhaneler aranır ve üstat bulunur. Atatürk’ün gönderdiği bir araba ile köşke getirilir. Atatürk, Ahmet Rasim Bey'i ayakta karşılar, masada yanına buyur eder. Bir süre sonra üstada dönüp sorar:

“Boş bulunan İstanbul Milletvekilliğini lütfen kabul eder misiniz?"

 

Ayağa kalkan Ahmet Rasim, Atatürk'ün elini öper ve şöyle der:"Şimdi anladım, ekmek gerçekten aslanın ağzında imiş…" der.

 

Ahmet Rasim, 1927′de İstanbul milletvekili oldu ve TBMM’nin üçüncü ve dördüncü dönemlerinde milletvekilliği yaptı. Ölümüne kadar bu görevi sürdürdü.

Bestenigâr Kalfa

 

Ahmet Rasim, gece yarısına doğru Selat'ın meyhanesinde zevk-ü sefaya dalmıştı. İşte böyle bir gece idi ki sokaklarda yağmurların ağlaştıklarını, polis düdüklerine bekçi sopalarının cevap verdiğini, saatin alaturka sekizi vurduğunu dinliyordu ki bir kanun zabiti üstadın başucuna dikildi; “Zatıâlilerini Merkez Komutanlığına götürmekle memurum” dedi.

 

Üstat, o günlerde yazdıklarını gözünün önünden bir film şeridi gibi geçirir.  Kalemi keskindi ama o günlerde şüpheli bir şey yazmamıştı.  O halde zabıta niye başına dikilmişti ve merkez komutanı Sadettin Paşa acaba kendini niye aratıyordu? Soğuk soğuk terlemeye başladı. Zabit bir fayton çağırdı. Üstat çaresizdi gidecekti. Şemsiyesini kapatıp, bir köşeye suçlu suçlu büzüldü. Saraya gidene kadar aklından türlü türlü senaryolar geçti. Acaba son günlerde iktidar için farkında olmadan bir şeyler mi yazmıştı diye düşündü durdu. 

Saray’a gelince çok bekletmediler. Fesini, gözlüğünü düzelti, kılık kıyafetini gözden geçirdi. Telaşlı bir şekilde paşanın huzuruna çıktı. Paşa'nın gözleri kıpkırmızı idi:

“Sizi rahatsız ettik Rasim Beyefendi” deyince oh be dedi içi biraz ferahladı. Paşa: “Başımıza geleni sormayın. Bestenigâr Kalfa sizlere ömür" deyince Ahmet Rasim başını öne eğdi üzgün bir tavırla: “Cenabı Hak ömrü devletlerini ziyade buyursun” duasını mırıldandı. Paşa devam etti: “Şimdi zatıâlilerinizden rica ederim. Hale bir münasip güfte buyurun” dedi. Ahmet Rasim: "Ferman efendimizindir" dedi.

Bestenigâr Kalfa, Sadettin Paşa'nın Konağı’da cariyelere musiki eğitimi vermekle görevliydi.  Paşa’nın konağı zamanın musiki akademisi idi. Hatta Sultan Hamit'e raks için, saz ve söz için burada Çerkeş kızları talim ve terbiye edilirdi. Bestenigâr Kalfa, Paşa’nın sazının baş sazendesiydi. Çok güzel sesi vardı. Ahmet Rasim onun için: “ O ne ses di ki; Kemençe gibi bir ses ki kemençenin perdelerinde bile zor bulunurdu” diyor.  Genç yaşta tutulduğu verem illetinden kurtulamadı ve hayata veda etti.

Ahmet Rasim Bey, dışarı çıktı yan odaya aldılar. Birde ne görsün ki! Hafız Hüsnü'de orada. Onu da çalyaka almış getirmişler ki güfteyle beste iyi olsun diye. Üstat oturdu, korku ile kederin, mesti ile hoş varlığın, olduğu ortamda hemen “Çok sürmedi geçti tarab-ı şevk-i baharım” sözleriyle başlayan güfteyi yazdı.

Hafız Hüsnü, bu güzel güftenin bestesini Bestenigâr makamında yaptı. Geçtiler Paşa'nın karşısına önce Ahmet Rasim güfteyi okudu. Paşa hıçkırarak ağlamaya başladı. Hafız Hüsnü besteyi terennüm etti ve ağladı. Paşanın yanından dışarı çıktıktan sonra Ahmet Rasim ve Hafız Hüsnü’ye yirmişer altın ihsan geldi.

Çok sürmedi geçti tarab-ı şevk-i baharım

Soldu emelim, goncalarım reng-i  izarım

Bir bülbül-i  raksan-ı  tarab-nak idim amma

Bilmem ki neden terk-i hava ettin hezarım

Bu nağme-i dilsuz-u gamım düştü araka

Ben böyle gönüller yakıcı Bestenigâr’ım

Mutlulukla dolu baharım çok sürmedi.

Soldu emelim gonca rengindeki yanağım.

Bir bülbül gibi raks eden neşeli (şen) idim ama.

Bilmem ki neden terk etti beni bülbülüm?

Gönül yakan derdim bu nağme ile düştü çukura.

Ben böyle gönüller yakıcı Bestenigâr’ım”

Ahmet Rasim Bey, Suzinak şarkıları çok severdi ve en çok bestesi de Suzinak makamında besteledi. Yine bir Suzinak şarkının anısı da şöyle:

Karaköy Kadıköy iskeleleri arasında, işleyen vapurların, üst bölümün arkasında, tahta masa ve etrafında yine tahtadan kollu koltuklar bulunurmuş. Bu bölümdeki, masalara oturan, zengin hanımefendiler ve beyefendiler, bilet ücretine ek olarak bir para öderlermiş.  Yine böyle Kadıköy’den kalkıp Karaköy istikametine giden seferlerin birinde, üst güvertenin, bir masasını arkadaşlarıyla işgal eden hanımefendilerden birinin gözüne az ilerdeki masaya, beyaz saçlı, solgun benizli, gözlerinin feri kaçmış, yaşının verdiği yorgun vücudunu zor taşıyan bacakları ile gelip oturan adama ilişir. Dikkatli bakınca, genç kızlık yıllarında plâtonik aşkla bağlandığı meşhur şair ve bestekâr Ahmet Rasim olduğunu anlar, onun bu haline çok üzülmüş. O yıllardan müşterek tanıdıkları, Cevdet Bey’i bir gördüğünde:

“Geçen gün vapurda Ahmet Rasim’i gördüm çok yaşlanmış, yine beste yapıyor mu? Acaba benim için bir güfte yazıp Suzinak makamında besteler mi? o günlerin anısına” der. Geçmiş yıllardan müşterek arkadaşları olan Cevdet Bey, ikisinin de birbirlerini uzaktan sevdiklerini bildiği için bu konuşmayı Ahmet Rasim Bey’e anlatır. Ahmet Rasim bunun üzerine bu güzel Suzinak besteyi yaptı.

Yâre tesir eylemişte hâlim, olmuş giryenâk

İstemiş bir güfte benden beste benden sûznâk 

Emri var olsun fedadır uğruna can-ü tenim

İşte yaptım güfte benden, beste benden sâznâk

“Yar halimden etkilenmiş gözyaşı döküyormuş.

Benden Suzinak makamında bir güfte istemiş.

Emri var olsun, uğruna canım feda olsun.

 İşte benden bir güfte olsun bestesi benden Saznak.”

Ahmet Rasim, hayatının büyük bir bölümünü Kadıköy'de geçirdi. O zamanlar Kadıköy'de ünlülerin devam ettiği "Papazın Bağı" denen bir yer varmış. Üstat burasını pek severmiş, gizli ve gözden uzak eğlence yerlerinde dolaşırmış. . "Fuhş-i Atik" adındaki eserinde bu anılarını anlatmıştır.

En sevdiği semt Kalamış olduğu için arkadaşları Vasilaki ve Tatyos ile burada vakit geçirirmiş.  Büyükada'da bir kadınla büyük bir aşk yaşadığını, bunun için sık sık ortadan kaybolarak adaya gittiğini yakından tanıyanlar bilirdi. Burada yaşayan Vefa’lı (İstanbul’un semti) kadına âşık olmaya başlamıştı. Sevdiği bu kadınını hatırasına şu Bayati Araban şarkıyı besteledi.

 

Gözümde işvenümadır hayal-i bibedeli

Hüda bilir ya iki defa gördüm ol güzeli

Yanıp tutuştum o şirin edayı görmeyeli

Acep Vafa'da mı semti, acep acep nereli

Yaşam içinde tesadüfler bazen acı duyguları yaşatıyor, bazen de insanları zaman tüneline götürüyor. Aradan yıllar geçmişti. Aynı kadını yıllardan sonra yaşlanmış ve yıpranmış bir halde gördükten sonra anıları gözünün önünden bir film şeridi geçiyor.

Yaşadığı nostaljiyi önce kaleme alıyor ve sonra besteliyor. “Sen söyle ne oldun, yine avare mi kaldın?” güftesini Uşşak makamında besteliyor.

Sen söyle ne oldun, yine avare mi kaldın?

Candan sevenin kalmadı, ağyara mı kaldın?

Şaştım seni gördüm de perişan-ü mükedder!

Benden beter oldun daha biçare mi kaldın?.. 

Ahmet Rasim, 1927′de İstanbul milletvekili oldu ve TBMM’nin üçüncü ve dördüncü dönemlerinde milletvekilliği yaptı. Ölümüne kadar bu görevi sürdürdü.

Üstat bir gün Cağaloğlu’nda Ahmet İhsan Matbaasına giderken kalbi sıkşıyor ve zor nefes almaya başlıyor. Ahmet İhsan Bey bu duruma şahit olunca “hayrola Üstat bu ne hal” demiş. Üstat bunun üstüne şu dörtlüğü yazmış:

Sorma dostum halimi avareyim

Çaldı bir suh gönlümü divaneyim

Fahm-i idrâk atma a oldum alemi

Var haaab et sanki ben dünyadayım

Bu dörtlük son güftesi olsuğu söylenir. İki gün sonra Üstat hayata gözlerini yummuştur. Daha sonra Nuri Halil Poyraz bu dörtlüğü Acem Aşiran Semai şarkı olarak bestelemiştir.

Geride bıraktığı nükteleri ile, güfteleriyle, besteleriyle ve yaptığı çevirileri ile Ahmet Rasim Bey, 21 Eylül 1932’de Heybeliada’daki evinde öldü. Heybeliada’daki mezarlığa defnedildi. (Suat Yener, Şarkıların Gözyaşları S:  48-, Dr. Nazmi Özalp , Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi,Cilt 2, S:50 Mustafa Rona, 20.Yüzyıi Türk Musikisi S:76)

Bestelerinde bir estetik ve klasik anlayışın özelliklerini bulmak zor olmaz. Nüktecilik ve hoş sohbetlerini şarkılarında bulmak mümkündür. Meşk aleminin en güzel örneklerini buluruz. Kendi güftelerini bestelemiştir. Birkaç örnek verelim.

 

Can hasta gözüm yaşlı gönül zar ü perişan                            Ahmet Rasim Bey  Hicaz

 Bir gönülde iki sevda sonu bilmem ne olur                             Ahmet Rasim Bey  Muhayyer

 Leb-i renginine bir gül konsun                                             Ahmet Rasim Bey  Rast

 Benim sen nemsin ey dilber                                                 Ahmet Rasim Bey  Segah

 Gel seninle yeni bir aşka giriftar olalım                 Ahmet Rasim Bey  Suznak

 Pek revadır sevdiğim ettiklerin                                             Ahmet Rasim Bey  Suznak

 Aman saki canım saki doldur doldur da ver                         Ahmet Rasim Bey  Uşşak

Esas olarak şair ve muharrir olan Ahmet Rasim Bey’in güfteleri diğer bestekârlar ın tercih ettiğini anlıyoruz. Bestelerindeki tüm özellikleri güftelerinde bulmak mümkündür. Yakın arkadaşı Tatyos Efendi ile ortak besteler yaptığını anlamak zor olmaz. Zira beste tarzları birbirine çok yakındır. Bestelenen güftelerinden bazıları:

Bimen Şen                             Bir gün gelecek ben gibi naçar olacaksın               Hüseyni 

Emin Ongan                          Gönlümün bir hali var ki gam değil kasvet değil   Uşşak

Gültekin Çeki                        Yine yalnız yine mahrum-i teselli kaldım               Ferahnak

Kanuni Hacı Arif Bey             Geçmiyor eyyam-ı mihnet gitmiyor benden          Rast

Lem'i Atlı                               Söyle bir kerre daha başın için ey gonce-leb          Hüzzam

Leon Hancıyan                       Bilmem ki safa neş'e bu ömrün neresinde             Karcığar

Nuri Halil Poyraz                  Niye mahzun duruyorsun öyle                               Kürdîlihicazkâr

Osman Nihat Akın                Sen küçükten böyle hoppa bi-vefa                         Hüzzam

Selanik'li Ahmet Efendi          Söyletme beni halimi tafsile girişmem                    Ferahfeza

Şekerci Cemil Bey                 Kaçma didemden aman ey gül-tenim                     Uşşak

Şerif İçli                                Dün gece bir bezm-i meyde ah edip anmış beni     Buselik

Şevki Bey                              Kimseler gelmez senin feryad-ı ateş-barına           Uşşak

Tatyos Efendi                        Güldün eğlendin perişan hal ü kal'imle bugün       Karcığar

Tatyos Efendi                        Bir gönlüme bir hal-i perişanıma baktım                Rast

Yesari Asım Arsoy                  Sen gitgide bir afet-i devran olacaksın                   Kürdîlihicazkâr

Hazırlayan: Suat Yener

 

Lütfen kaynak göstererek kullanın.