Münir Nurettin Selçuk (1901-1981)

Münir Nurettin Selçuk (1901-1981)

 

Devlet Sanatçısı-Türk Musikisine Frak Giydiren Adam

1901'de İstanbul'un Sarıyer semtinde doğdu. On beş yaşında Darü'l Feyzi Musiki Cemiyeti'ne öğrenci olarak girdi. 1918 yılında Ziraat tahsili yapmak üzere Macaristan’a gitti. 1923 yılında teğmen rütbesiyle Müzika-i Hümayun’ a girdi. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Ankara’ da kurulan Riyaset-i Cumhur İnce Saz Heyeti’ nde de aynı rütbeyle yer aldı. 1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından “Devlet Sanatçısı” unvanı verildi. Münir Nurettin Selçuk, Türk musikisine yenilikler getiren büyük bir üstattır “Müziğimizi ayağa kaldıran, Türk musikisine frak giydiren adam” diye anılır.                                                        


Musiki tarihimize tek başına konser verme geleneğini getiren sanatçı, ilk solo konserini Paris dönüşü, 1930 yılında, şimdiki Dormen Tiyatrosu’nda vererek büyük ilgi ve hayranlık uyandırdı. Ahmet Irsoy ve Yeniköylü Hasan Efendi’den faydalandı.


Konserlerde frak giyen ve ayakta şarkı söyleyen, aynı zamanda koro eşliğinde solo okuma geleneğini de başarıyla ilk kez uygulayan sanatçı olmuştur. Daha pek genç yaşında çevresinde müthiş bir hayranlık uyandırdı, giyimine gösterdiği özenle, ciddiyetiyle ve tavizsiz sanat anlayışıyla bir efsane oldu. Batı’dan gelen etkileri (opera, tango, vs.) kendi Türk musikisi okuyuş üslubuna korkmadan dahil eden Münir Nurettin Selçuk, kuşaklar boyu örnek alındı.


Münir Nurettin Selçuk, sanatından, kişiliğinden ve disiplinden hiçbir zaman ödün vermedi. Son nefesine kadar belediyeden çöpçü maaşı alıyordu. Çünkü kadro yoktu. Yine de taviz vermedi.

 

Ankara’nın yeni kurulduğu dönemlerde Fahire ve Refik Fersan çifti Samanpazarı’nda ev tutuyorlar. Kısa bir süre sonra Münir Nurettin Selçuk Ankara’ya geliyor ve genç Üstat’ta buraya yerleşiyor. O yıllarda Atatürk, Refik Fersan ve Münir Nurettin’i sık sık Çanakaya Köşkü’ne davet ederdi.

 

İstinye’de Meşk Sohbeti:

 

Münir Nurettin Selçuk gençlik yıllarında bir gün arkadaşlarıyla birlikte İstinye’de bir kahvede oturmaktadır. Üstat sohbet arasında bir şarkı söyler. Yan masalardan birinde oturan yaşlı bir adam yanlarına yaklaşarak: 

“Münir Nurettin misin bre mübarek delikanlı!” der.


O yıllarda üstadın sesi radyodan tanınsa da televizyon olmadığından siması pek bilinmemektedir. Münir Bey az sonra bir şarkı daha okur.

Aynı yaşlı adam yerinden kalkar ve bu defa:

“Evlât Münir Nurettin senin yanında halt etmiş” der.



Tereddüt:

 Üstat, Paris Konseri’nden önce Saray Sineması’nda konser veriyordu. Salon alkıştan adeta yıkılıyordu. Kalabalık içinde üstadın gözleri dayısı ile beraber gelmiş genç kıza takılmıştı.


Üstat, Ali Rıfat Bey’in Nihavent makamındaki “Tereddüt” şarkısını okuyordu. Ama aklı ve gözleri hep o genç kızdaydı. Ara veriliyor. Dayısına haber yollayıp yanında oturanlarla kulise davet ediyor. Dayısı, yanındaki genç adam ve o kız geliyor. Genç adam kızı tanıştırıyor:

 

“Kız kardeşim Enise”  diyor.

1928 yılında sahnede başlayan göz göze başlayan beraberlik, Enise Hanım ile evlenmekle son buluyor. Enise Hanım kırk yıllık evliliği boyunca bunlara çok önem göstermişti. Timur, Selim ve Meral adında çocukları oldu.



Artist Münir Nurettin Selçuk:

 1939 yılında Türkiye Güzeli Ferha Tevfik ve Hazım Körükçü ile birlikte Muhsin Ertuğrul’un yazıp yönettiği “Allahın Cenneti” filminde oynadı.


1951 yılında Perihan Altındağ ile başrolünü paylaştığı “Üçüncü Selimin Gözdesi” filminde cariye Mihriban’a aşık olan Sadullah Ağa rolünde oynamıştı. “Lale Devri”, “Çoban Kızı” filmlerinden sonra Nazım Hikmet’in senaryosunu yazdığı “Yavru Kuş” filmi çevrilmeye başlamıştı. Film müziğini Mesut Cemil bestelemişti.

Bu filmde Sözlerini Nazım Hikmet’in yazdığı ve Mesut Cemil’in yaptığı şarkıyı okuyordu.


1933 yılında Yedigün Dergisi ile yaptığı söyleşide Yavru Kuş filminde okuduğu şarkıyı hemen ezbere yorumladı: 

“Bu benim şiirlerinden en etkilendiğim şairin güftesidir” demişti. Türkiye’nin en ünlü bestecisi, şairi ve sanatçısını bir araya getiren şarkı olmuştur.


Martılar ah eder, çırparlar kanat

Deryalar açılır, açılır kat, kat

Gayrı beklemeye kalmadı takat

Görünsün karşıdan İstanbul şehri

 

Dalgalar yâr beller, kopar kıyamet

Deryayı kan eder, kan eder hasret

Gayri beklemeye kalmadı takat

Görünsün karşıdan İstanbul şehri


Münir Nurettin – Yahya Kemal Ortak Eserleri:

 Biri şiirimiz, diğeri Musikimizin bu iki zirve ismi, aynı tarih ve kültür şuurunun ve İstanbul aşkının ortak paydasında buluşup, güfte-melodi alışverişlerinde bulunurlar. Bu buluşmalar sonrasında, harika bestelerin ortaya çıkması da sürpriz olmaz.

 İşte bu beraberliklerinde birinde Yahya Kemal, Münir Nurettin’nin Nişantaşı’ndaki evine akşam yemeğine gitmiş. İki yakın arkadaş o gece baş başa sohbet etmişler. Aralarındaki samimi havayı bozmamak için yemek servisini Münir bey’in kızı Meral yapmaktadır. Yemeğin sonunda üstat Yahya Kemal’e döner:

“Üstadım, sana bir hediyem var” der. Yahya Kemal:

“Nedir Münir” diye sordu.


Münir Bey’e kızı Meral tamburunu getirir. Münir Bey hem tamburu çalar, hem de Yahya Kemal’e Muhayyer makamında bestelediği Rubaisini okur.


Çepçevre bahâr içinde bir yer gördük

Ferhat ile Şirin'i beraber gördük

Baktık geceden fecre kadar ellerde

Yıldızlara yükselen kadehler gördük

Eslâf kapıldıkça güzelden güzele

Fer vermiş o neşeyle gazelden gazele

Sönmez seher-i haşre kadar şi'r-i kadîm

Bir meşaledir devredilir elden ele

Yahya Kemal’ in gözlerinden yaşlar süzülmektedir. Arkadaşının kolunu sımsıkı tutar: 

“Bana söz ver Münir. Benim şiirlerimi senden başka kimse bestelemeyecek. Buna müsaade etmeyeceksin. Onları ancak sen besteleyebilirsin.”

İstanbul’u her semtiyle bir musiki olarak duyan Yahya Kemal Beyatlı’nın dizeleri, Münir Nurettin Selçuk’un besteleriyle yeniden musikileşmiş ve bu kez de İstanbul onları duyup, dinlemeye başlamıştır. (Suat Yener, Şarkıların gözyaşları S: 117)   

27 Nisan 1981'de evinde vefat etti. Aşiyan Mezarlığı'na defnedildi. 

Bestelerinde belli bir usulde gelişmişlik görürüz. Hemen hemen tüm usulleri ustalıkla kullanmıştır. Güfteci konusunda her ne kadar Yahya Kemal Beyatlı’nın ağırlıkla olduğunu izlesek te zengin bir güftekâr kitlesini görürüz. Bütün eserlerinde kendine has yapısı ile sanat değeri taşıyan besteler oluşmuştur. TRT kayıtlarına göre 285 eserinin kayıtlı olduğu yarısından fazlasını sanatçıların ve koroların sıkça kullandığı görmek mümkündür. 

Bestelerinde makam zenginliği olsa da Nihavent makamına daha iltimaslı davrandığı görülür. Şarkılarında kendi icra tekniğinin yapısını görmek zor olmaz. Yine eserlerinde müzisyenliğini, kişiliğini ve bestekârlık yapısını karakter olarak bulmak mümkündür.


Atatürk ile anıları

 

 Ankara’nın yeni kurulduğu dönemlerde Fahire ve Refik Fersan çifti Samanpazarı’nda ev tutuyorlar. Kısa bir süre sonra Münir Nurettin Selçuk Ankara’ya geliyor ve genç Üstat’ta buraya yerleşiyor. O yıllarda Atatürk, Refik Fersan ve Münir Nurettin’i sık sık Çanakaya Köşkü’ne davet ederdi.

 

Ulu önder Atatürk’ün ve Büyük Üstat Münir Nurettin Selçuk’un yenilikçiliği, vatanseverliği, temiz özenli giyim tarzı, sanata musikiye tutkunlukları birçok ortak yönleri benzetilmiştir.

 

Mısır Hıdivi Hilmi Paşa’nın Yatında

 

Atatürk, Bursa’da kaldığı bir zamanlar Refik Fersan, Mesut Cemil, Hafız Yaşar ve Münir Nurettin Selçuk’ta Bursa’dadır. Atatürk, Gümüşsuyu’nda bir köşkte kalıyordu. Üstatlara bu köşke yakın ve ormanın içinde başka bir köşkte kalıyorlar. Bir akşam eski Mısır Hıdivi Hilmi Paşa şerefine köşkte bir yemek tertip edilir. Üstatlar burada güzel bir konser verirler. Ertesi gün Hıdiv, Atatürk’ü Mudanya’da bulunan yatına davet eder.  Hep birlikte davete iştirak edilir.

 

O gün salonda muhteşem bir ziyafet kurulmuştur. Hıdiv’in hizmetkârlarından biri üstatları alarak aşağıda ambara indirirler. Aşağıda bir tahta masa üzerinde ve çinko tabaklar içinde yemekler koyulmuştur. Üstatlar yemek yemeden yukarı çıkarlar. Gururları rencide olmuştur. Güvertede dolaşırken Atatürk üstatları görür. Bu sırada salonda yemekler daha yeni dağılmaya başlıyordur.

 

Atatürk üstatları çağırır: “Siz yemek yemiyor musunuz? diye sorar.

 

Refik Bey: “Canımız istemiyor efendim” der.

 

Atatürk işin farkına varmıştır. Atatürk diğer arkadaşlarının aşağıda tayfalarla yemek yediğini öğrenince hiddetlenir ve Hıdiv’e döner ve sert bir dille:

Hıdiv Hazretleri. Bu çocuklar memleketimizin en iyi sanatkârlarıdır. Benim soframda ve benim yanımda yemek yerler” diye hitap eder.

 

Hıdiv, kızarır bozarır ve hemen sandalyeler gelir üstatlara masada yer verilir. Gece boyunca Hıdiv, üstatların etrafında dolanır durur. Bu olay Atatürk’ün sanata ve sanatkâra verdiği önemin en güzel örneklerinden biridir.

 

Atatürk Beraber Şarkı Söyleyince

 

1927 – 1938 yılları arasında Çankaya Köşkü Kütüphanecisi olan Nuri Ulusu’nun “Atatürk’ün Yanı Başında” adlı anı kitabını son olarak Kemal Ulusu düzenleyerek yazdı. Münir Nurettin Selçuk’un Atatürk’le olan anısından alınmıştır.

Atatürk musikinin iyi bir dinleyicisi olduğu gibi nazariyat bilgisi de vardı. Fakat şarkı söylemeyi pek yapamazdı. Münir Nurettin Selçuk o yıllarda Riyaseti Cumhur İnce Saz Heyeti’nde teğmen rütbesindeydi. Musikinin temel kurallarından hiç ödün vermeyen, otoriter ve yetenekli bir Üstat’tı. Bu yüzden Atatürk ile zaman zaman anlaşmazlıkları olurdu.       

Atatürk, Münir Nurettin Selçuk Bey’i sever, takdir ederdi. Bir tren seyahatinde yanında Fahrettin Altay Paşa da vardı. Kahvelerini içerken uşağı Cemal Granda’yı çağırdı: “Gramofona bir plak koy da dinleyelim’”dedi.

 

Kemal Bey, Münir Nurettin Selçuk’un bir plağını koydu. Daha ilk ses çıkar çıkmaz: “Çabuk kapat bunu, yerine başka koy” dedi.

 

Hemen kaldırıldı ve Safiye Ayla’nın bir plağını koyuldu. Daha sonra: “Tamam, güzel oldu şimdi’ dedi ve ’Münir Nurettin’in ne kadar plağı varsa getir’”dedi.

 

Üç dört plağı vardı, hepsini Atatürk’e verdi. Camı açtı ve tüm plakları attı. Sonra da ‘Oh be’ dedi. Şaşkın bakışlar içinde Ankara’ya gelinceye kadar kimse bir şey sormadı. Ankara’da Ata’nın keyifli bir anında plakları niye attığını sordular.

 

Atatürk gülmeye başladı: “Münir Nurettin hani bir gece Dolmabahçe’ye gelmişti, sofrada şarkı söylerken, ben de keyifliydim söylediği şarkılara iştirak ediyordum. Bir müddet sonra şarkısını kesti ve yanıma gelip kulağıma, “Lütfen benimle beraber söylemeyin, şarkıyı bozuyorsunuz, ben rahat söyleyemiyorum’ dedi. Belki kimse sezmedi ama kendime mani oldum, ters bir şey söylemedim. Tabii şarkı bizim işimiz değil ama keyiflenmişiz, söylemeye çalışıyoruz. Beyefendiyi pek rahatsız etmişiz. O gece ona çok kırıldım, gücendim. Ama yine de plaklarını atmamalıydım, yanlış yaptım’ dedi.

 

Bu olaydan sonra Atatürk ona küsmedi fakat kırgındı. Kırgınlığı çok sürmedi. Çünkü Atatürk, Münir Nurettin’i sanatı kadar cesur ve kişilikli olduğu için çok seviyor ve takdir ediyordu.

 

Bursa’dan Bir Anı

 

Münir Nurettin’le Atatürk Bursa’da Çelik Palas Oteli’nde beraberler. Orgeneral Fahrettin Altay’ın anlatımına göre olay şöyle gelişir.

Bursa Çelik Palas Otel’inde Atatürk’ün onuruna verilen yemekte Münir Nurettin’de vardır. Rakılar doldurulur ve suları koyarak beyazlaştırılır. Bu sırada Atatürk silahını çıkartır ve Münir Nurettin’e dönerek: “Bakalım cesaretinde sanatın kadar yüksek midir?” der. Rakı bardağını kafasının üstüne koymasını söyler.

 

Üstat bardağı başının üstüne koyar ve emin bakışlarla Atatürk’ün karşısına geçer. Orada bulunanlar bunun bir şaka olduğunu sanırlar. Fakat silah birden patlayınca herkes heyecanlanır.

 

Atatürk silahı havaya ateşlemiştir. Kurşun kadehe değil arkadaki direğin başına isabet etmiştir. (Direğin başındaki delik hala durur.)  Üstat hiç korkmamıştı. Başından bardağı alır ve sonuna kadar içerek Atatürk’e eğilip selamlar.

 

Atatürk gülerek yanına çağırır: “Sesin gibi, zekâ ve cesaretinin mükemmel olduğunu ispat ettin. Haydi, bize bir şarkı oku da dinleyelim” der.

 

Üstat yerine dönerek Atatürk’ün sevdiği şarkılardan “Şahane gözler şahane”  şarkısını söyler. Atatürk bu defa şarkıya hiç eşlik etmeden zevkle dinler.

 

Kalamış 

Münir Nurettin Selçuk sağlıklı günlerinde, Kalamış’ta yalnız kendisinin şarkı söylediği bir kulüp açmış. İçeri girmek için önce kulüp’e üye olunuyormuş: Yemek servisi, meze yokmuş, yalnız viski servis ediliyormuş, müşteriler, önce kartlarını gösteriyorlar, sonra içerde içtiklerinin hesabını ödüyorlarmış.

 

Münir Nurettin Selçuk, dostu Behçet Kemal Çağlar’dan içinde Kalamış ismi geçen bir şiir yazmasını istemiş. Fakat bir türlü şiire başlayamayan Behçet Kemal Çağlar’ı heyecanlandırmak için: “Bir akşamüstü gel de seni sandalla Kalamış’ta gezdireyim” der.

 

Ilık bir yaz akşamı, Münir Nurettin Selçuk’un daveti üzerine Kalamış’taki kulübe giden Behçet Kemal Çağlar kulübün kapalı olduğunu görür ama ısrarla kapıyı çalınca kapı açılır ve Münir Bey’in yanında bir afet var ki, kadın  karada, denizi gözlerinde gezdiriyor. Şair hayranlıkla seyrediyor kadını.

 

Üçü sandalla denize açılıyorlar Münir Bey kürek çekiyor, Behçet Kemal Çağlar şiir yazıyor. Behçet Bey şiir yazıyor ama kadın aklını başından alıyordu. Kadın şuh hareketleri ve cilvesiyle adeta şairi çıldırtıyordu. Aslında Behçet Bey için iyi ilham kaynağı sandal, deniz ve kadın. Aheste çekiyordu kürekleri Münir Bey.

 

Kısa bir sessizlikten sonra kadın Behçet Bey’e cilveli tavrıyla: “Behçet Bey, şiir ilerliyor mu?” diye sorunca şair hemen sohbet etmek imkânı buluyor.

 

 Fırsatı hemen kullanan Behçet Bey:  “İlerliyor Hanımefendi: son yazdığım satırları size okuyayım:

 Gündüz koya sen gel, gece gelsin aya növbet,

Emret güzelim istediğin şarkıyı emret

 

Kadın ne dediğini anladım der gibi Behçet Bey’in yüzüne bakarken kahkahalar atıyordu ardından bir işveli eda ile: “Çok güzel madem iki satırını okudun, öteki satırları da dinleyemez miyiz?”  sorunca kadının yüzüne erkekçe bir ifadeyle bakarak kur yapmaya başlıyor.

 

 Şair kadının gözlerine bakarak: “Tamamlanmamış şiir okunmaz, ama madem şiiri sizin için yazıyorum, o zaman okuyorum.”

 

Bir sandal gezisinde kısa sürede şiiri ilham perisine okuyor.

 

Yok, başka yerin lütfü ne yazdan ne kıştan

Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan

Yok zerre teselli ne gülüşten, ne bakıştan

Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan

 

Gündüz koya sen gel, gece gelsin aya növbet

Emret güzelim istediğin şarkıyı emret

 

İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar

Düşsün suya yer yer erisin eski zamanlar

Sarsın bizi akşam rengi dumanlar

Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan

 

Sandal gezisi bitmişti. Şairin aklında şuh ve güzel kadın, Kalamış Koyu ve İstanbul’un doyumsuz görünümünden geriye bu güzel şiir kalmıştı. 

Münir Bey şiiri çok beğenmişti.  Sandal sefası yapılan gecenin anısını hatırlatan bu güfteyi Münir Nurettin Selçuk Nihavent makamında besteledi. O gündür bu gündür dilden düşmeyen bir şarkı olmuştu Kalamış.

 

Sana Dün Bir Tepeden Baktım Aziz İstanbul

 

Yahya Kemal’e kız öğrencilerinden biri âşıktı. Öğrencisi ile birlikte Küçüksu sırtlarında yemeğe gidiyor. Şairler eşleri ile gelmişlerdi. Yemek sonrası her şair kadeh kaldırıp sevdiği insan ithafen dizeler okuyorlardı. Sıra Yahya Kemal’e gelmişti. Boğaz bir başka güzeldi o akşam.

Güneş batmak üzereydi. Kadehini yukarı kaldırdı, birlikte geldiği kız öğrencisine birkaç dize okuyacak sanılıyordu. Ama Yahya Kemal: “Kadehimi aziz İstanbul’umun Sarayburnu’ndan batan akşam güneşimin şerefine kaldırıyorum!” dedi.

 

İşte o yemekten sonra kalemine sarıldı ve İstanbul’un güzelliklerini anlattı. İş usta Bestekâr Münir Nurettin Selçuk’a kaldı ve tamburunun nağmeleri ile Hicaz makamında besteledi.

 

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer

 

Yahya Kemal’de, tarih, vatan, millet ve İstanbul sevgisi, hep bu açıdan işlenir. Osmanlı medeniyeti yüzyıllar boyu en yüce eserlerini İstanbul’da yarattığı için, Yahya Kemal’in İstanbul, Boğaziçi ve Türk musikisi hayranlığı yanında, tabiat güzellikleri yanı sıra, tarihi değerleri de önemlidir.

 

Çepçevre Bahar İçinde Bir Yer Gördük

 

Biri şiirimiz, diğeri Musikimizin bu iki zirve ismi, aynı tarih ve kültür şuurunun ve İstanbul aşkının ortak paydasında buluşup, güfte-melodi alışverişlerinde bulunurlar. Bu buluşmalar sonrasında, harika bestelerin ortaya çıkması da sürpriz olmaz. İşte bu beraberliklerinde birinde Yahya Kemal, Münir Nurettin’nin Nişantaşı’ndaki evine akşam yemeğine gitmiş. İki yakın arkadaş o gece baş başa sohbet etmişler. Aralarındaki samimi havayı bozmamak için yemek servisini Münir bey’in kızı Meral yapmaktadır. Yemeğin sonunda üstat Yahya Kemal’e döner: “Üstadım, sana bir hediyem var” der.

 

Yahya Kemal: “Nedir Münir” diye sordu.

 

Münir Bey’e kızı Meral tamburunu getirir. Münir Bey hem tamburu çalar, hem de Yahya Kemal’e Muhayyer makamında bestelediği Rubaisini okur.

 

Çepçevre bahâr içinde bir yer gördük
Ferhat ile Şirin'i beraber gördük
Baktık geceden fecre kadar ellerde
Yıldızlara yükselen kadehler gördük

 

Eslâf kapıldıkça güzelden güzele
Fer vermiş o neşeyle gazelden gazele
Sönmez seher-i haşre kadar şi'r-i kadîm
Bir meşaledir devredilir elden ele

 

Yahya Kemal’ in gözlerinden yaşlar süzülmektedir. Arkadaşının kolunu sımsıkı tutar:“Bana söz ver Münir. Benim şiirlerimi senden başka kimse bestelemeyecek. Buna müsaade etmeyeceksin. Onları ancak sen besteleyebilirsin.”

 

İstanbul’u her semtiyle bir musiki olarak duyan Yahya Kemal Beyatlı’nın dizeleri, Münir Nurettin Selçuk’un besteleriyle yeniden musikileşmiş ve bu kez de İstanbul onları duyup, dinlemeye


"Endülüs’te Raks*

 

1936 iç savaş sırasında Madrid’de büyük elçi olan Yahya Kemal melez güzellere olan duygularını yazdığı “gül-şal-zil” şiirinde, Endülüs’te bir Çingene Flemenkosu’nun dansını eşsiz güzelliği ile anlatıyor.

 

Mekânda dansözler önde oturmuş, çalgıcılar ayakta duruyor, dansçılar sırayla kalkıp oynuyor. Omzundaki al şalı, ayak sesleri aynı tempoda vurduğu parmaklarındaki zilleri ve göğsündeki Gırnata’nın en güzel gülü. Şevk akşamında Endülüs. Kor dudaklı, kömür gözlü İspanyol Çingenesi. Allar giymiş rakkasenin dönüşlerini ve her dönüşünde yelpazeyi andıran görünüşündeki ihtişamını anlatan şiirini Madrid’den döndüğünde yakın dostu Münir Nurettin Selçuk’a verdi ve bestelemesini istedi.

 

Ne yazık ki Münir Nurettin, çok istediği halde “Endülüs’te Raks”ı çok sevdiği arkadaşına dinletemedi.

 

Şair Cerrahpaşa Hastanesi’nin denize bakan tarafında bir odada yatıyordu. “Endülüs’te Raks” eserinin üstünde beste çalışmaları yapan Münir Nurettin Selçuk, şairin ziyaretine gitti. Onu neşelendirmek ister fakat nafiledir Yahya Kemal sonun geldiğinin bilincindedir ve iki gün sonra tedavi için Paris’e gitti. 2 Kasım 1958 günü hayata gözlerini yumdu.

 

“Endülüs’te Raks” Atlas Sineması’nda ilk kez İstanbul halkına tanıtılırken Münir Nurettin, içindeki sızı ile sahneye çıkar. Fakat onun sahne disiplini gereği acısını tavrına yansıtmaz ve konserine başlayacaktır. Tesadüf eseri o sırada İstanbul’da olan İspanyol Revüsü’nün kastanyetleri perde arkasına yerleştirilir. Bu defa sazlar oturuyor, Kastanyet Korosu arkada duruyor.

 

Münir Nurettin kendi sazlarıyla başlar. O ihtişamlı görünüşü ve güçlü sesiyle şarkıyı yorumlarken salon coşmuştur. Oysaki Üstat arkadaşının acısını içinde his ediyordu. Kastanyet sesleri arasında “ole” çekilir.

 
Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı...
Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.
İspanya neş'esiyle bu akşam bu zildedir.
 
 
Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri...
Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır:
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.
 
Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü,
Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü...
Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir
İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir.
 
Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi:
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...
Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli...
Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kerre öpmeli...
Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,

Her kalbi dolduran zile, her sineden: "Ole!"

 

*Endülüs:

 

Akdeniz’de kültür ve medeniyet merkezidir. Dünya tarihinde gerçekleşmiş en geniş ve kapsamlı yapıdadır. En uzun süreli tek sosyal ve kültürel uzlaşma tarihine sahiptir.  Endülüs halkı, devletini kaybettikten sonra Hıristiyan zulmüne malıyla, kanıyla direnmiş ve kendi kültürünü yaşayarak koruma mücadelesinin bayraktarlığını yapmıştır. Müslüman ile Hıristiyan inanış ve yaşam tarzının emsalsiz bir mozaiğini yansıtan bir bölge. Ünlü şairimiz Yahya Kemal, İspanya’da elçilik yaptığı dönemde Çingene Flemenkosu’nun dansını tüm güzellikleriyle ve yaşadığı gibi anlatmış. (Şarkıların Gözyaşları / Suat Yener Sf:: 88)



Hazırlayan: Suat Yener

Münir Nurettin Selçuk Repertuarı 

 

 

 

 Bir nigâhın kalbimi etti esîr-i zülfün âh Bestenigâr Ağır Aksak _  
 Yalandır doğuştan sarhoş olduğum Buselik Düyek Remzi Tevfik Tüzünkan
 ANNEYE NİNNİ (Gümüş saçlarına...) Hicaz Semai Vecdi Bingöl  
 Artık demir almak günü gelmişse zamandan Hicaz Sofyan Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 AZİZ İSTANBUL (Sana dün bir tepeden..) Hicaz Semai Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Bilmem kaç yıl aradım seni bulana kadar Hicaz Semai Ümit Yaşar Oğuzcan
 Ey yârenler bu dünyâda bir gün atlı da yaya da...(UNUTULUR) Hicaz Aksak Niyâzi Damla  
 Gittin de bıraktın beni aylarca kederde  Hicaz Yürük Semai Fâruk Nâfiz Çamlıbel
 Gümüş saçlarına eğip başımı (ANNEYE NİNNİ) Hicaz Semai Vecdi Bingöl  
 Pencereyi kapatıverdim yağmur dışarda kaldı şaşırdı Hicaz Yürük Semai Devlet Çelebi Hanım  
 Sana dün bir tepeden baktım (AZİZ İSTANBUL) Hicaz Semai Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Dumanlı başları göklere ermiş Hüseyni Sofyan Vecdi Bingöl  
 Varalım kûy-i dil-ârâya gönül"Hû" diyerek Hüseyni Aksak Sebkatî (I.Mahmut)  
 Dil uyur mest olarak yârı dil-ârâ söyler Hüzzam Aksak Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Havalandı gönül kuşu Hüzzam Aksak Vecdi Bingöl  
 Sâhilden uzaklaştık elin şimdi elimde Hüzzam Yürük Semai Mûnis Fâik Ozansoy  
 Sen karşıma her özlediğim anda çıkarsın Hüzzam Aksak Bekir Sıtkı Erdoğan  
 Sevdiğim dünyâlar kadar gel dese bir gün gel dese  Hüzzam Aksak Ümit Yaşar Oğuzcan
 Solgun durma isteklen Hüzzam Sofyan Vecdi Bingöl  
 Yine bezm-i çemene lâle-fürûzan geldi Isfahan Aksak Nedîm  
 Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın Kürdîlihicazkâr Düyek Ümit Yaşar Oğuzcan
 Bu yıl da böyle geçti şirin sözlü sevgili  Kürdîlihicazkâr Yürük Semai Mustafa Nâfiz Irmak  
 ENDÜLÜS'TE RAKS (Zil şal ve gül...) Kürdîlihicazkâr Yürük Semai Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Ey nâz ü işve velvele-i şân olan sana Kürdîlihicazkâr Semai Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Rakkas bu hâlet senin oynunda mıdır Kürdîlihicazkâr Aksak Nedîm  
 Sevgi dillerde yara gözümüzde rüyâdır Kürdîlihicazkâr Yürük Semai Mustafa Nâfiz Irmak  
 Zil şal ve gül bu bahçede raksın bütün hızı (ENDÜLÜS'TE RAKS) Kürdîlihicazkâr Yürük Semai Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Âşıka Bağdad sorulmaz ufukları aşar gider Mahur Semai Vecdi Bingöl  
 Bir gülşene vardık ki uzak mihr ile meh'den Mahur Curcuna Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Gördüm ol meh dûşuna bir şal atıp lâhurdan Mahur Müsemmen Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Ne doğan güne hükmüm geçer ne hâlden anlayan bulunur Mahur Sofyan Câhit Sıtkı Tarancı  
 Otomobil uçar gider gönlüm gibi geçer gider Mahur Nim Sofyan Vecdi Bingöl  
 Sâkî getir getir yine dünki şerâbımı Mahur Müsemmen Sultan II.Mahmut (Adlî)
 Vur pençe-i Alî'deki şemşîr aşkına Mahur Nim Hafif Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Zannetme ki ne güldür ne de lâle Mahur Aksak Ahmet Hâşim Bey  
 Bir safa bahş edelim gel bu dil-i na-şâde Muhayyer Aksak-Y.Semai Nedîm  
 Çepçevre bahar içinde bir yer gördük  Muhayyer Düyek Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Ne olmuş ansızın Cem meclisinde Müstear Düyek Mûnis Fâik Ozansoy  
 Bahçemde açılmaz seni görmezse çiçekler Nihavent Semai Fâruk Nâfiz Çamlıbel
 Bilmem bu gönülle ben nasıl yaşayacağım Nihavent Aksak Necdet Atılgan  
 Biraz kül biraz duman o benim işte Nihavent Aksak Ümit Yaşar Oğuzcan
 Gezerken yağmurda rüzgârda karda Nihavent Sofyan Mûnis Fâik Ozansoy  
 Gün doğarken yıldızlar söner de belli olmaz Nihavent Düyek Hayri Mumcu  
 Hatırla mâzî-i mes'udu sen de ben gibi yan Nihavent Düyek _  
 İstinye körfezinde bu akşam garipliği...(İSTİNYE) Nihavent Sofyan Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 KALAMIŞ (Yok başka yerin ..) Nihavent Aksak Behçet Kemâl Çağlar  
 Kandilli yüzerken uykularda Nihavent Sofyan Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Kuşadası'nda anılar vardır Nihavent Düyek Bekir Sıtkı Erdoğan  
 Ruhsârına aybetme nigâh ettiğimi  Nihavent Yürük Semai Fuzûlî  
 Sensiz ey şûh gözlerim âvâre kalbim ağlıyor Nihavent Semai _  
 Uçsuz bucaksız engine Nihavent Curcuna Şahap Gürsel  
 Yâr senden kalınca ayrı (HASRET) Nihavent Devr-i Hindi Niyâzi Damla  
 Yok başka yerin lûtfu ne yazdan ne de kıştan (KALAMIŞ) Nihavent Aksak Behçet Kemâl Çağlar  
 Bir söz dedi cânân ki kerâmet var içinde Nişâburek Türk Aksağı Nedîm  
 Biz şi'ri böyle söyledik Rast Nim Hafif Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Erdi bahar sardı yine neş'e cihânı Rast Yürük Semai Vecdi Bingöl  
 Evvel Allah âdını yâd edelim Rast Düyek _  
 Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül Rast Devr-i Hindi Ahmet Paşa  
 Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış (RİNDLERİN ÖLÜMÜ) Rast Sengin Semai Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Hayat mısın ölüm müsün nesin Rast Düyek Ümit Yaşar Oğuzcan
 Hülyâma doğan son güneşim son hevesimdi Rast Yürük Semai Mustafa Nâfiz Irmak  
 Mehpâreler elinde kalmış şikeste gönlüm  Rast Lenk Fahte Mustafa Nâfiz Irmak  
 Milletim aç bağrını sevinçle aç ta ısın Rast Nim Sofyan Behçet Kemâl Çağlar  
 Nice bir eşk-i firakınla pür olsun gözümüz Rast Aksak Münif Paşa  
 RİNDLERİN ÖLÜMÜ (Hafızın kabri olan..) Rast Sengin Semai Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Sâkî parıldasın şefâk-ı meyle câmımız Rast Aksak Semai Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Sevdâ ile dillendi bu son şarkı sesinle  Rast Sengin Semai Mustafa Nâfiz Irmak  
 Yok gayri bizlere uyku dinek vay Rast Sofyan-Cur.-Serb. Behçet Kemâl Çağlar  
 Git ey akan gözyaşım git o cânânıma söyle Sabâ Sofyan Mevlânâ Celâleddi-i Rûmî
 Sabâ eser gûsun-i ter ki mürg-i aşka lânedir Sabâ Semai Tevfik Fikret  
 Bülbül ahengini gül rengini hep senden alır Segâh Yürük Semai Faruk Nafiz Çamlıbel
 Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç (RİNDLERİN AKŞAMI) Segâh Düyek Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 RİNDLERİN AKŞAMI (Dönülmez akşamın ufkundayız) Segâh Düyek Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Ay gökte hayâle hisse kaynak Sultânî Yegâh Çifte Sofyan Refik Ahmet Sevengil
 Benden ayrı düştün artık bir teselli bulamazsın Sultânî Yegâh Yürük Semai Nezahat Kuntar  
 Bu hülyâlar diyârında gizli bir zevk düğünü var Sultânî Yegâh Düyek Mustafa Nâfiz Irmak  
 Hayat gençlik boyunca bir aşkın rüyâsıdır Sultânî Yegâh Düyek Mustafa Nâfiz Irmak  
 Saçının telleri göğsünde perîşân yaraşır Sultânî Yegâh Aksak Fâruk Nâfiz Çamlıbel
 Sen şarkı söylediğin zaman mevsimler değişir gibi kımıldardı içim Sultânî Yegâh Nim Sofyan İsmet Bozdağ  
 Durmadan aylar geçer yıllar geçer gelmez sesin Sûznâk Devr-i Hindi Fâzıl Ahmet Aykaç  
 Aheste çek kürekleri mehtâb uyanmasın Uşşak . Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Bir beklediğim var bitmez gecenin bittiği yerde Uşşak Yürük Semai Şahap Gürsel  
 Bir merhaleden güneşle dünyâ görünür Uşşak Sengin Semai Yahyâ Kemâl Beyatlı  
 Gurbet âdemden kara (YOLCU İLE ARABACI ) Uşşak Sofyan Fâruk Nâfiz Çamlıbel
 Ney'le konuştum dedim bana derdini söyle Uşşak Düyek Mevlânâ Celâleddi-i Rûmî
 Söyle sevgili sevgili söyle Uşşak Nim Sofyan-Düy. Vecdi Bingöl