- Anasayfa
- Hakkımda
- Şarkı Sözleri
- Makaleler
- Bestekarlar
- Notalar
- Haberler
- Videolar
- Ziyaretçi Defteri
- Önemli Linkler
- Musikişinas Atatürk
- İletişim
Sadi Işılay (1899-1969)
Sadi Işılay’ın babası perukâr (berber) İsmail Efendi, Rumeli’den göç ederek İstanbul’a yerleşmişti ve Laleli’de otururdu. Laleli Türbesi’nin karşısında kıraathaneyi kiralar, bir tarafını berber dükkânı, diğer tarafını da kahve olarak çalıştırırdı. Dükkânın arkasını da meşkhane durumuna getirmiş Lütfipaşalılar adını vermişti.
Sadi Işılay 5 Kasım 1899 tarihinde Laleli’de doğdu. Annesinin adı Vasfiye’dir. Adı geçen meşkhanede Şekerci Cemil Bey, Hafız İsmail, Kemani Tatyos, Ahmet Rasim, Kanuni Şemsi Bey gibi dönemin ustaları toplanarak meşk ederlerdi. Sadi Işılay bu sanatkârların arasında ilk musiki zevkini tatmış oldu. Çocuktaki bu yeteneği fark eden bu sanatkârlar ona bir keman hediye ettiler.
Böylece altı-yedi yaşlarında pratik olarak keman çalmaya başladı. Zaten babası da biraz keman çaldığı için oğluna yardımcı oluyordu. On iki yaşına gelince, Muallim İsmail Hakkı Bey’in Koska’da açmış olduğu “Musiki Osmani” adındaki cemiyete yazıldı. Burada kısa sürede sanatını geliştirerek cemiyetle birlikte Sultan Reşad’ın Selanik gezisine katıldı.
1911 yılında ilk kez küçük bir sanatkâr olarak sahneye çıkmış oldu ve çok alkışlandı. Başarısı İstanbul basınında yankılar uyandırarak Şehbal dergisinde resmi yayınlandı. Bütün bunlara rağmen öğrenimine de devam ediyordu.
Gülşen-i Maarif okulundan sonra Vefa İdadisi’ne kaydolmuştu. Bu sıralarda I.Dünya Savaşı başlamış, meşhur Aksaray yangını olmuştu. Böylece Kadıköyü’ne taşınmak zorunda kaldılar. Bundan sonra haftada üç gün musiki toplantıları yapılan Şehzade Ziyaeddin Efendi’nin konağına devam etti. Ara sıra Tamburi Cemil Bey’in bulunduğu toplantılara katılıyor, dahi sanatkârdan teşvik görüyor üslup kazanıyordu.
Bestenigâr Ziya Bey’den de on sekiz fasıl öğrendi. Kemandan başka ud da çalan Sadi Işılay’ın sesi de güzeldi. O yıllarda “Udi Sadi Bey” olarak tanınmıştı. Bestelediği ilk eserlerinde bu sıfatı kullanmıştır. Sazı ve sesi ile plaklar doldurdu.
Vatani görevini Kurtuluş Savaşı yıllarında jandarma olarak yaptı. Savaşın bitiminden sonra 1922-1926 yılları arasında İzmir’de çeşitli okullarda musiki öğretmenliği yaptı. Daha sonra İstanbul’a yerleşen Işılay, o yılları tanınmış ses sanatkârı Deniz Kızı Eftalya ile evlendi. Bundan önce de kısa süren bir evliliği olmuştu.1928 yılında eşi ile birlikte Paris’e gitti.
1932 yılına kadar yaşadığı Paris’te konserler verdi, çeşitli Avrupa şehirlerini dolaştı, kısa metrajlı filmler çevirdi. Bu konserlerin bir bölümüne Sadettin Kaynak da katıldı. Bir mihracenin davetlisi olarak Münir Nurettin Selçuk’la 1932 yılında Hindistan’a, Perihan Sözeri ile İran’a gitti. Mısır, Suriye, Irak, Kıbrıs gibi ülkelerde on kadar konser verdi. Hindistan gezisine Artaki Candan da katılmıştır.
Muhayyerkürdî Saz Semaisi:
şi Eftalya’nın ölümü onu derinden etkilemişti. Onun için sözlü eser yerine saz eseri bestelemişti. Bestelediği Muhayyerkürdî saz semaisini dinleyen İlyas Tetik, Sadi Bey’in yanına gider:
“Müsaadeniz olursa hocam. Ben bu eseri ney ile icra etmek istiyorum” demiş.
Sadi Bey ise:
“Evladım ben bunu keman için yazdım ney ile icra edilmez” Cevabını vermiş. İlyas Bey bir ümitle tekrar istemiş Sadi Bey’den:
“Hocam ben deneyeceğim” demiş. Notaları almış ve bir hafta çalışmış üzerinde. Ney’ini ve yüreğini alıp Sadi Hoca’nın kapısına varmış bir hafta sonra. İlyas Bey üflemiş, ney inlemiş, sırlar açığa çıkmış. Feryat göğe yükselmiş. İcra bittiğinde de Sadi Bey oturduğu yerden kalkmış ve İlyas Bey’i alnından öpmüş:
“Aferin evlat! Sen yemeği hak ettin” demiş ve İlyas Bey’i de alıp evinin yolunu tutmuş. Yemekler hazırlanmış, masa kurulmuş, Sadi Bey üç tabak, üç bardak, üç kaşık, üç çatal koymuş masaya. İlyas Bey şaşırmış:
“Hocam. Başka misafiriniz de mi var?” demiş.
Sözler Sadi Bey’in boğazında düğümlenmiş, gözleri buğulanmış:
“Eşim Eftalya için” demiş. İşte o tabak, o bardak da, o kaşık ve o çatal Eftalya içinmiş ve Muhayyer Kürdi Saz Semaisi de, işte bu eser bir büyük aşkın ifadesidir. (Suat Yener, Şarkıların gözyaşları S: 89)
İstanbul’a dönüşünden sonra Belediye Konservatuarı’na Reşat Erer’den boşalan kadroya tayin edildi. On yedi yıl süre ile “İlmi Kurul” ve “İcra Heyeti”nde çalıştı. !950’den sonra İstanbul Radyosu’nda keman sanatkârı olarak yayınlara katıldı.
Bestekârlığa 1928 yılında sözleri Mustafa Nafiz Irmak imzalı Segah makamındaki “Ruhunda ölen nağmede sevda sesi var mı?” güfteli şarkısını besteleyerek başladı.
Ruhunda ölen nağmede sevda sesi var mı?
Anlat bana, ey sevgili, aşkın bu kadar mı?
Kumral saçının telleri, hicranı sarar mı?
Anlat bana, ey sevgili, aşkın bu kadar mı?
1960 yılında bir ameliyat geçirmişti; 1967 yılında kısmi felç oldu. Yapılan tedavilere rağmen fazla bir düzelme olmadı. 11 Mart 1969 tarihinde vefat ederek Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi. Eftalya’dan sonra ses sanatkârı Mualla Gökçay’la evlenmiş, son evliliğini Nezihe Hanım’la yapmış, bu evlilikten üç çocuğu dünyaya gelmiştir. (Dr. Nazmi Özalp , Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi C:1 S: 125)
Bilinen eserleri bir peşrev, iki saz semaisi, iki medhal, iki sirto,bir oyun havası, otuz şarkıdan ibarettir. Taksim ve oyun havaları plağı yapmış, film müziği bestelemiştir. Sözlü eserleri azdır Hicaz makamında bestelediği eseri tam bir sanat harikasıdır.
Bende hicran yarasından da derin bir yara var
Ona biçare gönül boş yere bir çare arar
Kurtuluş yok, aradan geçse de aylar yıllar
Ona biçare gönül boş yere bir çare arar
Sadi Işılay Repertuarı
Bir saat sonra dedim bir saat önce dedim | Bayati | Müsemmen | Fâruk Nâfiz Çamlıbel |
Gel son nefesten evvel hastana derman getir | Dügâh | Sofyan | Behçet Kemâl Çağlar |
Va'd et bana artık bu benim son çilem olsun | Evc | Aksak | Rüştü Şardağ |
Bende hicran yarasından da derin bir yara var | Hicaz | Düyek | Necdet Atılgan |
Sevenler sevilenler dilden dile gezenler | Hicaz | Düyek-Curcuna | _ |
Şu yollar uzar gider | Hicaz | Sofyan | Mustafa Nâfiz Irmak |
Benden kaçarak kol kola bir yaz günü erken | Hicazkâr | Aksak | _ |
Yolları gurbete bağlayan dağlar | Hicazkâr | Düyek | _ |
Allah'ı unuttum yalnız sana taptım | Hüseyni | Türk Aksağı | _ |
Pınarın başına varmasın eller | Hüseyni | . | _ |
Her taraf karanlık görmüyor gözüm | Hüzzam | Düyek | _ |
Hülyâmı saran hâreli bir çift göze daldım | Hüzzam | Sengin Semai | Nâhit Hilmi Özeren |
Mânâda güzel ruhta güzel tende güzelsin | Hüzzam | Aksak | Rüştü Şardağ |
Ateşin gözlerini rûha kemend etme sakın | Mahur | Semai | Mustafa Nâfiz Irmak |
Güle gül demişler bülbüle bakmış | Muhayyer | Aksak | _ |
Gitti o güzel yâdıma bir handesi kaldı | Muhayyer Sünbüle | Sengin Semai | Mustafa Nâfiz Irmak |
Bir kır çiçeğinden daha tâzesin | Nihavent | Düyek-Semai | Mustafa Nâfiz Irmak |
Çılgınca geçen demlerimiz şimdi hayâl oldu değil mi | Nihavent | Aksak | _ |
Git sen dönme sakın bahtı karalı | Nihavent | Düyek | _ |
Son çiçekler de soldu çorak bozkır içinde | Nihavent | Curcuna | Behçet Kemâl Çağlar |
Peteğe bal veren arılar gibi | Segâh | Düyek | _ |
Rûhunda ölen nağmede sevdâ sesi var mı | Segâh | Sengin Semai | Mustafa Nâfiz Irmak |
Bir zamanlar bu gönül aşkına inanmıştı | Sûznâk | Yürük Semai | Bahâ Bey |
Ne bülbülde o figan ne gülde sitem kaldı | Sûznâk | Curcuna | Turgut Yarkent |
Ne gönül bir aşk arar ne de sevilmek ister | Sûznâk | Curcuna | _ |