Tamburi Cemil Bey (1873- 1916)

Tamburi Cemil Bey (1873- 1916)

Türk tambur, yaylı tambur, klasik kemençe, alto kemençe, viyolonsel ve lavta ustası olan Tamburi Cemil Bey’in çok sayıda bestesi ve taş plak kayıtları vardır. Yaylı tamburu icat etmiştir.

1873 yılında İstanbul'da doğdu. (Yılmaz Öztuna’nın Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi’nde, Cemil Bey’in doğum tarihi, 9 Mayıs 1871 olarak kaydedilmektedir.)   Müzik bilgilerini ortaokul sıralarında ağabeyi Ahmet Bey'den almıştır. Müzik aleti çalmaya karşı ilgisi on yaşlarında keman ve kanun ile başlayan Cemil Bey daha sonra başladığı ve ismi ile bütünleşen tambur sazı ile ustalık derecesine ulaşmıştır. Tamburi Ali Efendi'nin de öğrencilerindendir. Tamburdan başka, klasik kemençe, lavta ve viyolonsel gibi sazları aynı ustalıkla icra ederek başlı başına bir ekol sahibi olmuştur. Müzik aleti çalmakta erişilmez bir mertebeye yükselmiş olan Cemil Bey aynı zamanda çok iyi bir bestekârdır. Yaptığı eserlerle Türk müziği saz icrasına yepyeni ve modern bir tarz ve değişik bir yorum getirerek icracılığın mükemmelleşmesinde en büyük rolü oynamıştır. Özellikle, taş plaklara yapmış olduğu taksim kayıtları makam, üslup ve tavır açısından bir ders niteliği taşımaktadır. (tr.wikipedia.org/wiki/Tamburi_Cemil_Bey, Yılmaz Öztuna, Müzik Ansiklopedik Sözlük C 1 S: 177) 

Cemil Bey, yetişmesine temel olabilecek unsurları kendi gayreti ile hazırlamak zorunda kalmıştır. Yıllarca bir güzellik kavramının peşinde koştu. Sosyal çalkantıların dışında, sanatı seven ve anlayanlarla, bir çevre oluşturdu.

Batı Musikisini yakından tanımak isterdi, İtalyan sanatkârların Beyoğlu’nda oynadıkları oyunları ve operaları takdirle seyreder, kendi Musikimizde de bir takım yeniliklerin yapılmasının gerektiğini söylerdi. Sık sık çeşitli halk kesimlerinin arasına girer, Musikinin her türünden ilham alır, bütün bunları asil bir uslûb içinde eriterek yeni kalıplara dökerdi. O, sağduyulu, genel kültürü geniş bir insandı. Terbiyeli, sessiz, çekingen, özel hayatında şakacı ve nükteli bir yaratılışı vardı. Türkçe’yi güzel konuşurdu. Ayrıca konuşacak ve tercüme yapacak kadar Fransızca bilirdi. Batı kültürü hakkında da bilgisi vardı. Kalabalığı sevmezdi; devamlı hüzünlü bir insan olarak yaşadı. Güzel yazı yazar, anlatmak istediğini iyi ifade ederdi. 

Musiki ile uğraşırken dış dünya ile ilişkisini keser, varlığını bu sanatın enginliklerine bırakır, başka bir dünyada yaşardı. Kullandığı her sazı severek ve zevkle çalardı. İstemediği zamanlar bir sazı asla eline almazdı. Bu sebeple mecburi olarak gidip saz çaldığı yerlerden, bilhassa padişah huzurundan büyük bir sıkıntı ile dönerdi.

Başlıca öğrencileri; Tamburi Refik Fersan, Fahire Fersan, Ressam Tahsin Bey, Samiye Morkaya, Rahmi Bey’in kızı Nahide Hanım, Âtıf Esenbel, Şemseddin Ziya Bey, Ziya Hüznî Bey ile iki kızı Müzeyyen ve Sâtıa Hanımlar, Tamburi ve Kemençeci Kadı Fuat Efendi, yeğeni Tamburi Hikmet Bey, Tanbûrî Kadıköylü Fuat Sorguç, Murat Öztorun’dur.

Bütün bunlardan başka her tambur ve kemençe çalan, Cemil Bey’in manevi öğrencisi olmuştur denebilir. Hatta diğer sazları kullananlar bile, o yıllarda ve daha sonra Cemil Bey’in tesirinde kalmışlardır. (Dr. Mehmet Nazmi Özalp: Türk Musikisi tarihi C: 2 S: 71) 

Musiki ile uğraşmasının yasak olduğu ilkokul yıllarında onun asıl hasretini çektiği şey, eline alması yasak olan ağabeyi Ahmet Bey'in tamburu idi. Bu hasretini, yaz aylarında taşındıkları ve ailenin malı olan Anbarlı çiftliğinde giderebildi. Buradaki hizmetlilerden emektar Lenber Ağa, çiftlik evlerinden birinde oturur, boş zamanlarında Tambur çalar, oralarda dolaşan küçük Cemil de hissettirmeden bunları dinlerdi. Bazen bu eve gizlice girerek bu bakımsız sazı alır, evin yüklüğüne girerek çalmağa ve içini dökmeğe çalışırdı. Bir gün o kadar dalmıştı ki, Lenber Ağa'nın eve geldiğini duymadı bile. Lenber Ağa yüklükten gelen seslere şaşmış kalmıştı.

 

Bu tesadüften sonra Cemil yaşlı uşak ile sırdaş oldu. Çok geçmeden durum amcasına anlatıldı. Taşkasap'taki eve dönünce ona küçük bir Tambur hediye edildi. Bu küçük hediyenin onun çocuk ruhundaki akisler yarattı. Bir gün Mahmut Bey’le birlikte gittiği bir mecliste Tamburi Ali Efendi, Cemil Bey'i hayranlıkla dinlemiş, titreyen elleri ile onun yüzünü okşamış, alnından öpmüş: "Evlâdım ! Bunca senedir bu sazı çalardım eh, şöyle böyle biraz yendik de sanırdım. Şimdi seni dinledikten sonra bir daha tamburu elime almayacağım" diye söylemişti. 

Bu büyük ustanın sözleri sadece orada bulunanları şaşırtmakla kalmamış, Cemil Bey'in sanatının çevresinde bir efsane yaratılmasına, bu yeni çalış tekniğine karşı çıkanların susmasına da neden olmuştu.  Bu sayede genel musiki bilgisi ile klasik okulun asıl karakterine ait incelikleri Ali Efendi gibi büyük bir ustadan öğrenme imkânı buldu. Sanatının doruğunda olmasına rağmen devamlı dinlemek ve çalışma zevki vardı. Değişik bir icra şekli duyduğun hemen inceler ve onu üstünde çalışmalar yapardı. Sık uğradığı bir kahvede Karadenizli bir kemençeciyi dakikalarca dinlemiş, para vererek tekrar çaldırmış, çevresindekiler: "Üstat! Siz bunun en alasını yapıyorsunuz. Bu sazı nasıl dakikalarca dinleyebiliyorsunuz ?" demişler. Cemil Bey ise: "Çok güzel nağmeler yapıyor. Ben bunları kullanmak istiyorum" karşılığını vermişti.

 

1916 yılının Temmuz ayının yirmi sekizinci gününü yirmi dokuzuncu günü ne bağlayan gece yarısından sonra eşini uyandırdı:"Vakit geldi Yirmi beş sene rindane yaşadım. Öldüğüme teessüf etmiyorum lakin sizin için bâd-ı i ızdırap oldum. Affediniz kendinize ve Mesud'a iyi bakınız. " diyerek hayata gözlerini yumdu. (Suat Yener, Şarkıların gözyaşları S: 67)   

Sazına olan aşkı ve ustalığı onu hep saz eserleri bestelemeye yönlendirmiştir. Şedd-i Araban Peşrevi, Ferahfeza Peşrevi, Muhayyer Peşrevi, Mahur Peşrevi, Hicazkâr Peşrevi, Kürdîlihicazkâr Peşrevi, Isfahan Peşrevi, Neva Peşrevi, Bestenigâr Saz Semaisi, Suz-i Dilârâ Saz Semaisi, Ferahfeza Saz Semaisi, Hüseynî Oyun Havası (Çeçen Kızı), Nihavent Sirto, Nikriz Sirto saz eseri olarak besteleridir.

Hazırlayan: Suat Yener