Yıldızlara baktırdım, fallarda çıkmıyorsun

Makam: Kürdîlihicazkâr

Bestekar: Zekai Tunca

Sanatçı: Zekai Tunca

Güftekar: Cemal Safi

Usül: Düyek

Yıldızlara baktırdım, fallarda çıkmıyorsun

Cemal Safi, küçük bir çocukken bir avcının kucağında gördüğü ceylanın cansız bedeni ve donmuş bakışlarıyla yıllar sonra bir kez daha karşılaştı. Ama bu kez o ceylan bakışlar, genç ve narin bir kızın gözlerinde saklıydı. O gözler, rüyalarına girdiği Safi’ye ilham kaynağı oldu.

 1950 yılının bir Haziran gününde. Vezirköprü yakınlarındaki kır kahvesinin önüne park ettiği an, pencere kenarında oturan baba, şefkatle saçlarını okşadığı Cemal’e seslendi; “Cemal kalk oğlum, uyan! Mola veriyoruz, kahvaltı yapıp, kendimize gelelim!”

Babası kamyonun sahibiydi. Chevrolet marka kamyonu şoför kullanıyordu. Kır kahvesinin bahçesinde, kendileri gibi kamyoncu birkaç kişi daha vardı. Onlar da odun kömürü yapan ocaklara dağdan kütük çeken şoförlerdi.

Bir masaya oturdular, daha ilk çaylarını içiyorlardı ki, bahçeye yeni bir konuk girdi. Uzun boylu, başında bir kasket, sırtında ceket, omzunda namlusu aşağıya bakan ve kırma diye tabir edilen çifte tüfek olan bir adamdı.

Kahvedekiler ona dönmüştü, hem kendisine, hem de kucağında vurduğu ceylana bakıyorlardı. Cemal babasının yanından kalktı, sessizce adamın önüne geldi. Gözleri önce küçük ceylan yavrusuna gitti. Yaralıydı yavru, böğründe koskocaman bir kan lekesi ve barut yanığı vardı. Ölmüştü ama gözleri açık gitmişti adeta hayattan.

Cemal şefkatle ceylan yavrusunun tüylerine dokundu. Henüz sıcaktı, sonra parmaklarını yüzüne sürdü, okşadı, gözlerine baktı, elinde olmadan. Ceylan, donmuş bakışlarıyla avcısının gözlerine kilitlenmişti adeta.

Aradan tam 28 yıl geçmişti. Takvimler 1978 yılının Nisan ayındaydı. Vezirköprü’deki çocuk, artık şair Cemal Safi olmuştu. Cemal Safi, ticaret yapmakta, galeri ve bilardo salonu işletmektedir.

Bilardo salonunda bir masanın kenarındaki sandalyede oturuyordu. Yanına genç, gerçekten çok güzel ve zarif bir kız geldi. Şiiri çok sevdiğini, şiirler yazdığını, şiir okumaktan büyük keyif aldığını söyledi. Cemal Safi kızı dalgın dalgın dinlerken, cebinden bir sigara çıkarttı ve yaktı. Kızın da sigara içtiğini tahmin ederek, ona da ikram etti. Tam ateşi yaktığı anda kızın gözlerine baktı birden! Ve kendini zaman tünelinde bulmuştu. Kızın bakışları kendini çocukluk yıllarına götürmüştü. Hiç yabancı değildi sanki. İçinden kendi kendine konuştu; “Bu bakışlar, bu ağlayan gözler, bu ışıltılar, bana hiç yabancı değil. Yıllardan beri, çocukluğumdan beri hayallerimden gitmeyen sürmeli kirpiklerin çevrelediği gözlerden süzülen ceylan bakışlar, o ceylan yavrusunun bakışları değil mi” der, kendi kendine!

Bu iki anıdan etkilenen şairimiz, kızın o ceylan bakışlarından dolayı ‘Ceylan’ adını vermişti. Sonra kız birden kayboldu. Gelmiyordu, ortaya çıkmıyordu. Ceylan, Cemal Safi gözlerini kapattığında, uykulara daldığı an rüyalarında yerini alıyordu. Konuşuyordu, dertleşiyordu, bazen sevgi, bazen sitem dolu sözler ediyordu. Bazen derdine ortak oluyor, derdimi paylaşıyordu. Hatta randevu veriyor, ama ümitle beklediği halde gerçek yaşamda randevularına gelmiyordu, şair gelecek sanıyordu, o gelmiyordu.

Bir akşam Ankara’da bir müzikholde Şair Halil Soyuer,  Bestekâr Metin Everes, Bestekâr Bilge Özgen ve TRT ses sanatçısı ve Bestekâr Zekai Tunca vardı. Zekai Tunca, Şaire dönerek:“Cemal abi, bana özlemi anlatan bir şiir versene, hani özlediğini ancak rüyalarda gördüğün, ulaşamadığın bir sevgiliye yazılan dizeleri içeren bir şiir olsun” dedi.

Tunca’nın bu isteği Üstat Cemal Safi’yi yine zaman tüneline götürmüştü. Artık her şey Üstadın sihirli kalemine kalmıştı.

Ceylan adını verdiği o rüyalarını süsleyen tılsımlı ortaya çıkmıyordu. Onun üzerine kuruyordu yazacağı şaheseri. Kayboluyordu, ortaya çıkmıyordu ve gelmiyordu.

Lamartine’nin dediği gibi: “Şiir, büyük zekâların rüyalarıdır”.

Üstat, bir gün müzice ile uyandı. Ceylan adını verdiği o güzel kızla rüyasında buluşmuştu. Uyandığında duygu yoğunluğunu anlatmak ihtiyacı duydu. Zekai Tunca’nın Kürdîlihicazkâr makamında notalarla süsleyeceği “rüyalarım olmasa” eserini yazdı.

 Bu güzel şarkının öyküsünü bestekârı Zekai Tunca ile yaptığı kısa söyleşi ile tamamladı. Şiiri aldıktan iki gün sonra besteyi tamamladı. Şarkı bittikten sonra TRT’ye gönderdi. Ama jüri yarışmadan ‘Rezil bir şarkıydı, reddettik’ diyerek, çıkardı. Rezil diye adlandırılan şarkı halkın tüm kesimleriyle kucaklaştı. Hürriyet-Kelebek ve Milliyet gazetelerinin Altın Kelebek ve Yılın En Sevilen Şarkı ödülleri dâhil olmak üzere almadık birincilik bırakmadı. Kısacası halkın şarkısı oldu.(Suat Yener; Şarkıların Gözyaşları S:299)

Yıldızlara baktırdım, fallarda çıkmıyorsun

Seni görmem imkânsız, rüyalarım olmasa

Pencereden bakmıyor, yollara çıkmıyorsun

Seni görmem imkânsız, rüyalarım olmasa

 


Yalvarırım mektup yaz beş dakika ayır da

Su serp yanan bağrıma sağlığını duyur da

Yaban gülü gibisin dağda, kırda, bayırda

Seni dermem imkânsız, rüyalarım olmasa

 


Seviyor özlüyorum seni can pahasına

Bir fırsat ver n'olursun beni bir daha sına

Bu aşkı söyleyemem senden bir başkasına

Seni sormam imkânsız, rüyalarım olmasa

Sahbinin Sesinden

Cemal Safi'den Hikayesi


 

 

Hazırlayan: Suat Yener

 Lütfen link verilerek veya kaynak göstererek kullanın.