Cemal Safi (1938-2018)

Cemal Safi (1938-2018)

Aşkı En İyi Anlatan Şair Cemal Safi


Unutulmaz bestelere hayat veren, yüzlerce şiiriyle gerek ülkemizde, gerekse dünyanın çeşitli ülkelerinde haklı bir üne sahip olan Cemâl Safi sevgi ve hoşgörü üzerine kurduğu yaşam felsefesiyle büyük bir hayran kitlesine sahiptir. 1938 yılında Samsunda doğdu.

Öğrenimine Sakarya İlkokulu'nda başladı. Samsun Sanat Okulu' nun Torna Tesviye bölümünden mezun oldu. 1959 yılında ailesiyle Ankara' ya taşındı. 1971 yılına kadar o dönemde sahibi oldukları Büyük Otel' de babasının yanında çalıştı. 38 yaşından sonra şiirlerini yazmaya başladı.


Hürriyet'in Altın Kelebek, Milliyet'in Yılın En Sevilen Şarkıları birincilik ödülleri ile TRT'nin Yılın Şair'i gibi sayısız ödüle layık görüldü. Şiirleri İtalyanca, Rumence ve Arnavutça'ya çevrildi.


Cemal Safi 2003 yılı Karamanoğlu Mehmet Bey Türk Dili Bayramında “Türkçeyi En Etkin ve Güzel Kullanan Güftekar Şair” olarak birincilikle ödüllendirildi. Şiirlerini ilk defa Orhan Gencebay besteledi.  

Cemal Safi 2003 yılı Karamanoğlu Mehmet Bey adına yapılan Türk Dili Bayramında “Türkçeyi En Etkin ve Güzel Kullanan Güftekar Şair” olarak birincilikle ödüllendirilmiştir. 

Şair, yaz aylarını geçirmekte olduğu Akçayda her yıl Akçay Şairler ve Bestekârlar Festivali 'ni organize etmektedir. Şiirlerinin bir bölümünü topladığı, Vurgun (1978), Sende Kalmış (2000) ve Kıyamete Kırk Kala (2002) adlı kitapları yayımlandı.

Beyin damar hastalığına bağlı solunum yetmezliği nedeniyle 2017 yılı Ekim ayında hastaneye kaldırılan şair, uzun süre tedavi gördüğü hastanede 17 Nisan 2018 tarihinde hayatını kaybetti. 20 Nisan 2018 tarihinde Pursaklar mezarlığında defnedildi.

Şükran Safi ile evli olan Cemal Safi, oğullarına Peyami Safa ve Mehmet Âkif Ersoy'un isimlerini vermişti

Benim Adım AŞK!

 

Aşkı en iyi anlatan şair olarak da tanınan Safi, Türkiye’de ‘Aşkın Şairi’ ismiyle bilinmektedir.

 

Var mı beni içinizde tanıyan?

Yaşanmadan çözülmeyen sır benim!

Kalmasa da şöhretimi duymayan,

Kimliğimi tarif etmek zor benim.

                              

Kimsesizim hısmım da yok hasmım da...

Görünmezim cismim de yok resmim de..

Dil üzmezim tek hece var ismimde,

Barınağım gönül denen yer benim.

Bülbül benim lisanımla ötüştü,

Bir gül için can evinden tutuştu,

Yüreğine Toroslardan çığ düştü,

Yangınımı söndürmedi kar benim.

                              

Niceler sultandı, kraldı, şahtı;

                Benimle değişti talihi bahtı;

                Yerle bir eyledim tâc ile tahtı;

                Akıl almaz hünerlerim var benim.

 

Kamil iken cahil ettim alimi,

Vahşi iken yahşi ettim zalimi,

Yavuz iken zebun ettim Selim’i,

Her oyunu bozan gizli zor benim.

                               İlahimle Mevlana'yı döndürdüm,

                               Yunusumla öfkeleri dindirdim,

                               Günahımla çok ocaklar söndürdüm,

                               Mevla’danım; hayır benim, şer benim.

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di;

Hatırım için yüce dağlar delindi;

Bilek gücüm Ferhat ile bilindi;

Kuvvet benim, kudret benim, şer benim,

                                                              

Yeryüzünde ben ürettim veremi;

                Lokman hekim bulamadı çaremi;

                Aslı için kül eyledim Keremi;

                İbrahimin atıldığı kor benim.

 

Benim adım AŞK!

Rüyalarım Olmazsa

 

Cemal Safi, küçük bir çocukken bir avcının kucağında gördüğü ceylanın cansız bedeni ve donmuş bakışlarıyla yıllar sonra bir kez daha karşılaştı. Ama bu kez o ceylan bakışlar, genç ve narin bir kızın gözlerinde saklıydı. O gözler, rüyalarına girdiği Safi’ye ilham kaynağı oldu. 

1950 yılının bir Haziran gününde. Vezirköprü yakınlarındaki kır kahvesinin önüne park ettiği an, pencere kenarında oturan baba, şefkatle saçlarını okşadığı Cemal’e seslendi; “Cemal kalk oğlum, uyan! Mola veriyoruz, kahvaltı yapıp, kendimize gelelim!”

Babası kamyonun sahibiydi. Chevrolet marka kamyonu şoför kullanıyordu. Kır kahvesinin bahçesinde, kendileri gibi kamyoncu birkaç kişi daha vardı. Onlar da odun kömürü yapan ocaklara dağdan kütük çeken şoförlerdi.

Bir masaya oturdular, daha ilk çaylarını içiyorlardı ki, bahçeye yeni bir konuk girdi. Uzun boylu, başında bir kasket, sırtında ceket, omzunda namlusu aşağıya bakan ve kırma diye tabir edilen çifte tüfek olan bir adamdı.

Kahvedekiler ona dönmüştü, hem kendisine, hem de kucağında vurduğu ceylana bakıyorlardı. Cemal babasının yanından kalktı, sessizce adamın önüne geldi. Gözleri önce küçük ceylan yavrusuna gitti. Yaralıydı yavru, böğründe koskocaman bir kan lekesi ve barut yanığı vardı. Ölmüştü ama gözleri açık gitmişti.

Cemal şefkatle ceylan yavrusunun tüylerine dokundu. Henüz sıcaktı, sonra parmaklarını yüzüne sürdü, okşadı, gözlerine baktı, elinde olmadan. Ceylan, donmuş bakışlarıyla avcısının gözlerine kilitlenmişti adeta. 

Aradan tam 28 yıl geçmişti. Takvimler 1978 yılının Nisan ayındaydı. Vezirköprü’deki çocuk, artık şair Cemal Safi olmuştu. Cemal Safi, ticaret yapmakta, galeri ve bilardo salonu işletmektedir. 

Bilardo salonunda bir masanın kenarındaki sandalyede oturuyordu. Yanına genç, gerçekten çok güzel ve zarif bir kız geldi. Şiiri çok sevdiğini, şiirler yazdığını, şiir okumaktan büyük keyif aldığını söyledi. Cemal Safi kızı dalgın dalgın dinlerken, cebinden bir sigara çıkarttı ve yaktı. Kızın da sigara içtiğini tahmin ederek, ona da ikram etti. Tam ateşi yaktığı anda kızın gözlerine baktı birden! Ve kendini zaman tünelinde bulmuştu. Kızın bakışları kendini çocukluk yıllarına götürmüştü. 

Hiç yabancı değildi sanki. İçinden kendi kendine konuştu;  “Bu bakışlar, bu ağlayan gözler, bu ışıltılar, bana hiç yabancı değil. Yıllardan beri, çocukluğumdan beri hayallerimden gitmeyen sürmeli kirpiklerin çevrelediği gözlerden süzülen ceylan bakışlar, o ceylan yavrusunun bakışları değil mi” der, kendi kendine! 

Bu iki anıdan etkilenen şairimiz, kızın o ceylan bakışlarından dolayı ‘Ceylan’ adını vermişti. Sonra kız birden kayboldu. Gelmiyordu, ortaya çıkmıyordu. Ceylan, Cemal Safi gözlerini kapattığında, uykulara daldığı an rüyalarında yerini alıyordu.

Konuşuyordu, dertleşiyordu, bazen sevgi, bazen sitem dolu sözler ediyordu. Bazen derdine ortak oluyor, derdimi paylaşıyordu. Hatta randevu veriyor, ama ümitle beklediği halde gerçek yaşamda randevularına gelmiyordu, şair gelecek sanıyordu, o gelmiyordu. 

Bir akşam Ankara’da bir müzikholde Şair Halil Soyuer,  Bestekâr Metin Everes, Bestekâr Bilge Özgen ve TRT ses sanatçısı ve Bestekâr Zekai Tunca vardı. Zekai Tunca, Şaire dönerek: “Cemal abi, bana özlemi anlatan bir şiir versene, hani özlediğini ancak rüyalarda gördüğün, ulaşamadığın bir sevgiliye yazılan dizeleri içeren bir şiir olsun” dedi.

Tunca’nın bu isteği Üstat Cemal Safi’yi yine zaman tüneline götürmüştü. Artık her şey Üstadın sihirli kalemine kalmıştı.

Ceylan adını verdiği o rüyalarını süsleyen tılsımlı ortaya çıkmıyordu. Onun üzerine kuruyordu yazacağı şaheseri. Kayboluyordu, ortaya çıkmıyordu ve gelmiyordu.

Lamartine’nin dediği gibi: “Şiir, büyük zekâların rüyalarıdır”. 

Üstat, bir gün mucize ile uyandı. Ceylan adını verdiği o güzel kızla rüyasında buluşmuştu. Uyandığında duygu yoğunluğunu anlatmak ihtiyacı duydu. Zekai Tunca’nın Kürdîlihicazkâr makamında notalarla süsleyeceği “rüyalarım olmasa” eserini yazdı. 

Bu güzel şarkının öyküsünü bestekârı Zekai Tunca ile yaptığı kısa söyleşi ile tamamladı. Şiiri aldıktan iki gün sonra besteyi tamamladı. Şarkı bittikten sonra TRT’ye gönderdi. Ama jüri yarışmadan ‘Rezil bir şarkıydı, reddettik’ diyerek, çıkardı. 

Rezil diye adlandırılan şarkı halkın tüm kesimleriyle kucaklaştı. Hürriyet-Kelebek ve Milliyet gazetelerinin Altın Kelebek ve Yılın En Sevilen Şarkı ödülleri dâhil olmak üzere almadık birincilik bırakmadı. Kısacası halkın şarkısı oldu. 

Yıldızlara baktırdım, fallarda çıkmıyorsun

Seni görmem imkânsız, rüyalarım olmasa

Pencereden bakmıyor, yollara çıkmıyorsun

Seni görmem imkânsız, rüyalarım olmasa

 

Yalvarırım mektup yaz beş dakika ayır da

Su serp yanan bağrıma sağlığını duyur da

Yaban gülü gibisin dağda, kırda, bayırda

Seni dermem imkânsız, rüyalarım olmasa

Seviyor özlüyorum seni can pahasına

Bir fırsat ver n'olursun beni bir daha sına

Bu aşkı söyleyemem senden bir başkasına

Seni sormam imkânsız, rüyalarım olmasa

Ya Evde Yoksan

İlk şiirlerini Orhan Gencebay besteledi. 1990 yılında, Rüyalarım Olmasa, 1991 yılında, Vurgun adlı bestelerin güftekarı olarak iki yıl art arda yılın şairi seçildi. 1990 yılında müzikli bir şiir kasedi çıkardı. 1993 yılına kadar yazdığı şiirleri, Vurgun adlı ilk kitabında yayınladı. İkinci kitabı Sende Kalmış'tır.

Şairin bu güne kadar 40 tanesi Orhan Gencebay tarafından olmak üzere, 150 civarında şiiri bestelendi. Türk Dil Kurumu tarafından Türkçeyi en etkin ve güzel kullanan şair olarak ödüllendirildi.

Eminescu madalyası başta olmak üzere defalarca Hürriyet`in Altın Kelebek, Milliyet`in Yılın En Sevilen Şarkıları birincilik ödülleri ile TRT`nin Yılın Şair`i gibi sayısız ödüle layık görüldü.

Cemal Safi, Sağanak yağmurlu bir günde bürosunda sofrasını kurmuş oturuyor dışarıyı seyrediyor. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu dışarıda. O anda karşısında sırılsıklam olmuş, yağmura aldırmadan etrafı meraklı gözlerle seyreden bir adamı fark ediyor. 

Adamın üstü başı perişan olmuş, kapılara, pencerelere bakıyor, gözleri bir şeyler arıyor gibi.“Belki bir adres soracaktı, belki sevgilisinin evini arıyordu” diye düşünüyor Üstat. Adam caddede bulunan evleri meraklı gözlerle tek tek süzerek kayboluyor gözden.  Üstat için bu kadar ipucu yeterliydi. İlham kaynağını almıştı bile. Hemen oturdu o gördüğü adamın ortamından şiirini yazdı. 

Aşkınla ne garip hallere düştüm
Her şeyim tamamda bir sendin noksan
Yağmur yaş demeden yolara düştüm
İçim ürperiyor ya evde yoksan
Ya yolu kaybettim ya ben kayboldum
Ne olur bir yerden karşıma çıksam
Tepeden tırnağa sırılsıklam oldum
İçim ürperiyor ya evde yoksan

Elbisem gündelik pabucum delik
Haberin olsa da sobayı yaksan
Yağmur iliğime geçti üstelik
İçim ürperiyor ya evde yoksan

Sarhoşsan kapını çaldığım anda
Saç baş darmadağın açık saçıksan
Birde ufak rakı varsa masanda
İçim ürperiyor ya evde yoksan
 

Sabahlara kadar içsek sevişsek
Ne ben işe gitsem ne sen ayılsan
Derin bir uykunun dibine düşsek
İçim ürperiyor ya evde yoksan

Ne kadar üşüdüm nasıl acıktım
İlk önce sıcacık banyoya soksam
Sanırsın şu anda denizden çıktım
İçim ürperiyor ya evde yoksan

Yanlış mı aklımda kalmış acaba
Muhabbet sokağı numara doksan
Boşa mı gidecek bu kadar çaba
İçim ürperiyor ya evde yoksan

(Suat Yener; Şarkıların Gözyaşları S:227, Altın Koza Yayınları 0 322 503 04 77)

Hazırlayan: Suat Yener