Bestenigar Kalfa Hikayesi

 

 

Neyzen Burhanettin Ökte'nin kaleminden Ahmet Rasim Bey'in anısını aynen aktarıyorum.

 

 

Gece yarısına doğru Selat'ın meyhanesinin havası bir başka olur.

" Meyhane mukassi görünür taşradan amma

Bir başka ferah, başka letafet var içinde" diye beyhude söylememiş. Küpün dibindeki barba şehla bakar,

Piri Mugan garson:

 

 

 

"Dün gece ye'sile kendimden geçtim

Teselli aradım meyhanelerde

Baht-ı dün elinden bir dolu içtim

 

 

O neşe kalmamış peymanelerde" diyen Rıza Tevfik'in nefesinde bahtı dün diye anılan garson ki medhinde

bu tabirle zerafetin son haddine varılmıştır. Artık kadehler tam doludur. Mesti methuşi tamam etmek için rakı

ruh olur. Dostun sohbeti candır.

 

 

İşte böyle bir gece idi ki sokaklarda yağmurların ağlaştıklarını, polis düdüklerine bekçi sopalarının cevap

verdiğini, saatin alaturka sekizi vurduğunu dinliyorduk ki bir kanun zabıtı baş ucuma dikildi.

 

 

" Zatialilerini Merkez Komutanlığına götürmekle memurum" dedi

Şöyle bir an ayıldım. O günkü ve o günden evvelki makalelerim birer birer önümden geçti

Öyle şüpheli bir şey yazmamıştım. O halde merkez komutanı Sadettin Paşa  acaba beni ne

diye aratıyor du? Soğuk bir terin ensemden bel kemiğim boyunca indiğini his ettim.

 

 

Dışarıda bir kanuni evvel gecesinin yarısı, rüzgarlı, uğultulu, tenha ve titrek kararıp gidiyordu

Zabit bir payton çağırdı. Şemsiyemi kapadım, bir köşeye suçlu suçlu büzüldüm.

 

 

Çok bekletmediler. Fesimi, gözlüğümü düzeltim, redingotumun düğmelerini yokladım.

Acele ilerleyip etekledim. Paşa2nın gözleri kıpkırmızı idi. Dedi ki:

"Sizi rahatsız ettik Rasim Beyefendi"

İçim biraz ferahladı.

 

"Başımıza geleni sormayın. Bestenigar Kalfa sizlere ömür."

Cenabı Hak ömrü devletlerini müzdat buyursun duasını mırıldandım.

 

 

Paşa'nın Konağı zamanın musiki akedemisi idi. Hatta Sultan Hamit'e raks için, saz ve söz için burada Çerkes

kızları talim ve terbiye edilirdi. Bestenigar Kalfa, Paşa'nın  saznın başhanendesi idi. O ne sesdi ki kemençe gibi

bir ses ki kemençenin perdelerinde bile zor bulunurdu. On beş gün önce Enflo-Enza gibi başlayan dört nala bir

verem. O kahrolası hastalık, o güzeller güzeli tazeyi alıp götürmüştü.

Paşa devam etti:

 

"Şimdi zatıâlilerinizden rica ederim. Hale bir münasip güfte buyurun"

Ferman efendimizindir dedim.

 

 

Dışarı çıktım beni yan odaya aldılar. Birde ne göreyim! Hafız Hüsnü'de orada değil mi?

Onu da çalyaka almış getirmişler ki güfteyle beste iyi olsun diye.

 

 

Oturdum, korku ile kederin, mesti ile hoşvarlığın, memzuc ile nümtezici şikest beste şu mısraları söyledim:

 

 

Çok sürmedi geçti tarab-ı şevk-i baharım

 

Soldu emelim , goncalarım reng-i  izarım

Bir bülbül-i  raksan-ı  tarabnak idim amma

Bilmem ki neden terk-i  hava ettin hezarım

Bu nağme-i  dilsuz-u gamım düştü araka

Ben böyle gönüller yakıcı besteniğarım

 

 

Hafız Hüsnü, bestesini Bestenigar makamında yaptı. Geçtik Paşa'nın karşısına ben güfteyi okudum.

Paşa merhum hıçkırdı, o besteyi terennüm etti ağladı.

Paşayı etekleyip dışarı çıktıktan sonra bize yirmişer altın ihsan geldi.