Baharı beklerken ömrüm kış oldu (YORGUNUM) - Hikâyesi-Notası-Sözleri-Video

Makam: Uşşak

Bestekar: Selçuk Tekay

Sanatçı: Emel Sayın

Güftekar: Sami Derintuna

Usül: Düyek

Baharı beklerken ömrüm kış oldu (YORGUNUM) - Hikâyesi-Notası-Sözleri-Video

Sami Derintuna

Yorgunum

Bestekâr ve şair Sami Derintuna 1942 yılında Eskişehir doğdu. Genç yaşta birçok dergi gazetelerde şiirleri yayınlandı. Bugüne kadar 5000’den fazla şiire imza attı. Şiirlerinden 250’ye yakını kendi ve başka besteciler tarafından bestelenmiş ve TRT repertuarlarındadır. 21 bestesi TRT repertuarlarına girmiştir.

Bu besteler yirmiden fazla ödül almıştır. 

"Yorgunum”, “Ben senin üstüne gül koklar mıyım”, “Bir aşk gerçek birde ölüm”, “Acaba aşık mıyım”, “Yalanmış”, “Vay canına” adlı şarkıları en tanınmış eserlerindendir. 

Şair ve bestekâr 2009 yılında yayınladığı "Bir aşk gerçek... Birde ölüm... Gerisi hep yalan gülüm" kitabından önce yedi şiir kitabı yayınlandı.  

Üstadın yakın dostu olan Hüseyin Bey, Artvin’de öğretmenlik görevine başlamıştı. Gurbet günleri, akşamları çeşitli zorluklarla doluydu. Ailesinden uzaktaydı. Sıla özlemini çekiyordu ve yalnızdı. Bu şirin Karadeniz kentinde yeni dostlar edinmeye başlamıştı. Ağırbaşlılığı, cana yakınlığı, insanlara sıcak yaklaşım tarzı ile çevresindeki dost zincirine yeni halkalar ekliyordu. 

Bir akşam okuldan çıkıp eve döndüğünde, ev sahibi olan dostu: 

“Hayatın yükü böyle tek başına göğüslenmez, sen de bir yuva kurmalısın 'Yarın akşam bize bekliyoruz seni. Çok yakından tanıdığımız bir komşumuz da gelecek. Yabancı kimse yok, o, eşi ve bir de kızları Melahat var tanışırsın” dedi. 

Hüseyin Bey, daveti kabul etti. Kahveler içilirken o, Melahat’ı izliyordu. Hüseyin genç kızı beğenmişti.  Bakışları karşılaştığında, kahverengi gözlerin sıcaklığını yüreğinde hissetmeye başlamıştı ve yeni aşkın kıvılcımları başlamıştı. 

Şimdi tek sorun kalmıştı oda konuyu aile büyüklerine anlatmaktı. Artvin kendine dar gelmeye başlamış ve Eskişehir’e mektup yazmanın zamanı gelmişti. Zira bu mektup her zaman yazdığı mektuptan farklıydı. Kuracağı bir yuvanın müjdesini anne ve babasına verecekti. 

Üçüncü Dere Sokağı'ndaki kargir evin kapısını postacı çaldı. Anne umutla beklediği mektubun zarfını açtı ve heyecanla okumaya başladı.

Mektupta, Artvin'de kendisine tanıştırılan Melahat ile evlenmeye karar verdiğini yazıyordu. Oysa annesinin düşüncesi başkaydı. Oğluna çok yakıştırdığı bir kızı çoktan gelin olarak seçmişti. 

Hem anne, hem de baba aynı anda konuştular:

“Katiyen olmaz, oğlumuzun kısmeti buradan olacak!” diye tepki gösterilerse bile Hüseyin öğretmenin gönlü anne ve babayı da dinlemedi, Hüseyin, Melahat ile evlendi. 

Hüseyin öğretmenin annesi de babası da hoşnutsuzluklarını açık açık etrafa söylüyorlardı. Torun doğdu bu arada, yeni bir ümit doğdu sanki. Ama torununun doğumundan kısa bir süre sonra, anne ani bir rahatsızlıkla öldü. Babası ise aynı katılığını devam ettiriyordu. Yıllarla birlikte her şey kötüye gidiyordu. Melahat’ın kocasına olan sevgisi de git gide azalıyordu. 

Hüseyin Bey, Ankara'ya tayin oldu. Her şeyin düzeleceği düşünülürken yıllar acıları artırdı. Bir kız çocukları daha olmuştu bu arada. Bir gün direncinin bittiğini hissetti. Arkasında 30 yıldan fazla koskoca bir zaman dilimi akıp gidivermişti. Hastaydı, halsizdi. Melahat Hanım yine yanındaydı, Anadolu kadınına özgü bir sabır ve dayanıklılıkla ona destek vermeye çalışıyordu.

 

1984 yılının bir akşam gününde, yatağına döndü, karısı arkasına bir yastık koyarken, kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Derintuna idi. Sami bey yıllardır Almanya'da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş tedavi uzmanı olmuştu. Derintuna: 

“Nasılsın Hüseyin ağabey” diye sordu. 

Hüseyin, ona uzun uzun baktı... Bakışlarında hayata karşı olan küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenikliği vardı. Cılız bir sesle:

“Samiciğim, yorgunum dostum, yorgunum dostlarım, vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım artık” dedi. 

Sami Derintuna, Hüseyin ağabeyin elini tuttu yeniden:

“Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz” dedi.

 

 Sonra kalktı, kapıda veda ederken Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi:

“Hüseyin maalesef kanser!” dedi.

Eskişehir soğuk bir geceyi yaşıyordu. Sami Derintuna, evinin salonunda oturdu, masada yalnızdı. Gözünün önünde Hüseyin öğretmenin hayali, yaşadıkları ve söyledikleriyle içinde doğan ilhamla o dillerden düşmeyen şarkılardan biri olan şiirini yazmaya koyuldu: 

Şiir bittikten günler sonra, bir kere daha gitti Hüseyin öğretmene. Şiiri okudu kendisine, Hüseyin öğretmen çok sevindi, mutlu oldu. Sami Derintuna güfte formundaki şiiri, ünlü bestekâr Selçuk Tekay'a verdi.

 

Şiir aylar sonra Uşşak şarkı olarak çıktı piyasaya. Sami Bey, Hüseyin öğretmene şarkıyı dinletmek istedi. 

Şarkının haberini vermek için telefona sarıldı. Hüseyin öğretmene belki bir moral, bir isteklendirme olacaktı. 

Fakat telefondaki ses: “Hüseyin Bey’i kaybettik” diyordu. 

Baharı beklerken ömrüm kış oldu
Gözümde her zaman biraz yaş oldu
En güzel duygular bana düş oldu
Yorgunum dostlarım, yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık

 

Tutmadı ellerim sıcak elleri
Duymadım aşk denen tatlı sözleri
Taşıdım ömrümce acı izleri
Yorgunum dostlarım, yorgunum artık
Vefasız yıllara dargınım artık

(Suat Yener-Şarkıların Gözyaşları-Altın Koza Yayınları s: 294)

 

Hazırlayan: Suat Yener